Türkiye’de, dünyada ve Suriye başlığı altında Orta Doğu’da baş döndürücü şekilde gelişmeler oluyor. Deprem, Trump, Suriye ve daha birçok başlık varken biz CHP sayesinde koli bandı ve jammer konuştuk.
Geçen hafta Silivri merkezli İstanbul’da yaşanan deprem büyük bir paniğe yol açtı. Beklenen İstanbul depremi mi yoksa öncüsü mü (ki kalbim Şener, mantığım Naci diyor) tartışmaları altında ülke olarak tekrar deprem gerçeğiyle yüzleşirken her şeyi yeniden sorgulamaya başladık. Kentsel dönüşüm, deprem bilinci konularında yol katedemediğimizi gördük. Bireysel anlamda hazırlıklı olmayı bırakın deprem sırasında -kapan/çök- bile yapamadığımızı gördük. Örneğin, ben dondum kaldım ve sadece dua ettim! Bunları konuşmamız gerekiyordu.
Toplumun bu konudaki duyarlılığının depremden üç gün sonra sönümlendiğini bir kez daha gördük. Ayrıca üçüncü yıkıma ramak kala tüm kurumlar, belediye ve bakanlıklar tarafından deprem gerçeği karşısında hâlâ yapılması gereken işlerin yapılanlardan katbekat fazla olduğunu da anladık. Ve Ülkenin bekasını tehdit edebilecek bir depremini yaşamadan nasıl önlem alacağımız konusunda tartışmayı yine başaramadık. Beri taraftan dünya çılgın Trump’ın yaratacağı yıkıma hazırlık yapıyor. Trump’ın dünyaya açtığı ticaret savaşı hamleleri karşısında Çin, Rusya ve Avrupa plan üzerine plan yapıyor. Bizim bu yeni düzenin etkileri üzerine konuşmamız gerekiyordu.
Bunlara ek Orta Doğu’daki gelişmelerin, Suriye’nin bölünmezliği ve üniter yapısını değiştirip değiştirmeyeceğini konuşmamamız gerekiyordu. Keza terörsüz Türkiye hedefinde PKK’nın ve uzantılarının silahları bırakıp örgütü kendilerinin lağvetmesi beklenirken 27 Nisan’da Kobani’de, bölgedeki tüm Kürt gruplarının yer aldığı Suriye Kürtleri Kongresi yapıldı. Ülkemizin bir devlet politikası olan terörsüz Türkiye hedefine herhangi bir olumsuz etki yaratacağını düşünmediğim bu konferansta Mazlum Abdi, “İmralı’nın çağrısının başarısı için elimizden geleni yapacağız” demiş ise de temkinli olmamız gerekiyor mu yoksa agresif mi olmamız gerekiyor; bu meseleyi tartışmamız gerekirken bunu da tartışamadık.
Neyi tartıştık? Siyah bir koli bandı ve bavuldaki jammer’ı tartıştık. Kimin sayesinde? CHP sayesinde. Cumhuriyet Halk Partisi hiçbir dönem bu kadar çok hem kendine hem Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurumsal olarak ağırlığına yakışmayan durumda olmadı. CHP adına Özgür Özel’in bu kadar akıldan uzak çırpınışlarda olacağını da hiç düşünmezdim. Özgür Özel’in tek hedefini, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu günden itibaren kurduğu ekip ve dar çevreyle İstanbul’un bütçesini kişisel zenginlik ve siyasi ikbal için kullanmak üzerine motive olmuş Ekrem İmamoğlu üzerine kuracağını da düşünemezdim. CHP’nin bu İmamoğlu ve ekibinin kriminal bütün hâllerine, hareketlerine kılıf bulmaya çalışacağı da düşünülemezdi.
Sahte belgeyle alınan diplomayı aklamaya çalışan, İmamoğlu ailesine ait inşaat şirketlerine satışı yapılan villaların bedeliyle alındığı daha ispat edilememişken şimdi de neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan; bavul bavul gezilen otellerin, koli bandıyla kapatılan kameraların, DEAŞ saldırılarına karşı İmamoğlu’nun koruma amacı taşıdığını canhıraş şekilde açıklayan bir Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı var.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın DEAŞ gibi terör örgütü saldırılarına hedef olacağını söylemek, bu yönde düşünmek ve bunu ikna edici bulmak gerçekten akıl ve izandan uzak, çaresiz bir savunmadır. Bu durum, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın eğer böyle bir güvenlik tehdidi varsa kameraları kapatmasını değil, tam tersine daha fazla kamera koymasını gerektirir. Bu nasıl bir güvenlik tehdidi ki geleni gideni karartıyorsunuz, kim olduklarını anlaşılmayacak şekilde gizliyorsunuz ve sonra da jammerlarla atılacak bombaları engelleyeceğiz diyorsunuz!
Ayrıca jammer denilen alet cep telefonlarını ve bütün telekomünikasyon internet sistemini ve bilgisayar altyapısını tamamen kilitler. Cumhurbaşkanımız gibi en yüksek güvenlik tehdidi altında olan devlet adamlarının korumasında kullanılan bu jammerları velev ki güvenliğiniz için kullandınız; bunun yasal izne tabi olduğunu da bilmelisiniz.
2813 sayılı Telsiz Kanunu’nun 9. maddesine göre haberleşmeyi kesintiye uğratmak yasal izinlere tabidir. Bu oteldeki insanların saatlerce telefonlarını kesintiye uğratmak anayasal bir hak olan haberleşme hürriyetini engellemek demektir. Kanunen jammer kullanımı yasağının gerekçesinin diğer nedenlerinden biri de acil durumda iletişimi etkileyen ciddi sorunlara yol açmasıdır.
CHP yönetimi; koli bantlarıyla kapatılan kameralar, bavullar içinde taşınan jammerlar ile otel görüntülerinin, olağanüstü devlet güvenliği gerektiren bir toplantıya yönelik olduğuna veya Sayın İmamoğlu’nun terör örgütlerinin hedefi olduğuna toplumu ikna edeceklerini düşünüyorlar ise yanılıyorlar. Şunu söyleselerdi daha ikna edici olurlardı: Büyükşehir Belediye Başkanı’nın övüne övüne bitiremediği kent lokantalarına daha uygun fiyatla et almak için bir toplantı olmadığını söyleyebiliriz. Geriye kalan ihtimalleri ne siz sorun, ne ben söyleyeyim…