2019 yılının son iki ayına girdiğimiz şu günlerde dünya ekonomisindeki riskler etki ve sayı anlamında artmaktadır.

Ayrıca yaklaşık kırk sekiz gün sonra bir yılın tüm verilerini eksi ve artılarıyla tartışır olacağız.

Bu tartışmayı yaparken 2019 yılından aldığımız derslerle 2020 yılını planlayıp hedeflerimize doğru yol almaya çalışacağız. Ama bu yolda çok ciddi sorunlarla karşılaşıp tüm sorunları aşmak durumunda da kalacağız.

Dünyaca ünlü ekonomistlerin birçoğunun önümüzdeki yıl için üzerinde ittifak ettiği risklerin en başında servet eşitsizliği yer almaktadır.

Servet eşitsizliği ülkemiz için de kanımca en büyük ekonomik sorunlardandır. Bu sorunun çözümü adına üretim ekonomisindeki ivmenin büyüme noktasında artırılarak vatandaşın gelir seviyesini yükseltici faktörlerin etkisinin daha da etkin olması sağlanmalıdır.

Bahsettiğimiz etkinin artırılmasının da yolu daha çok üretim vesilesiyle duyulan daha çok istihdam ve düzelen şirket bilançolarındaki karlılık neticesinde de çalışanın ücretinin iyileştirmesinden geçmektedir.

Fakat birçok sektörde son dönemlerde yaşanılan sıkıntılar sebebiyle oldukça fazla sayıda konkordato gerçeğiyle karşı karşıya kalınmış durumdadır. Hal böyle olunca da şirket sayılarında ciddi oranlarda düşüşler olmaktadır.

Konuyla ilgili olarak bir alacak yönetimi şirketi olan CRIF’in Ticaret Sicil Gazetesi’nin verilerinden oluşturduğu raporda bu yıl Türkiye de iflasların yüzde 40 oranında arttığı ve her iki saatte bir şirketinde konkordato ilan ettiği belirtiliyor.

Daha önceki yazılarımda konkordato oranının yüksek olmasında bazı hukuki boşlukların etkili olduğunu defalarca belirtmiş ve bunların nasıl çözülmesi gerektiğini de ifade etmiştim. Dolayısıyla düşük oranlarda bile sıkıntıya giren şirketlerin bu boşluğu maalesef olumsuz yönde kullanarak şirketin hemen konkordatoya gittiğini ortaya çıkan bu durumunda şirketin paydaşlarında ve iş ortaklarında önemli problemlere sebep olduğunun da altını çizerek söylemiştim.

Belirli sektörlerde iflasların ve konkordatoların daha da yoğunlaştığı öncelikle bu sektörler üzerinde çalışılması gerekliliği her an biraz daha ön plana çıkmaktadır.

Örneğin perakende sektöründeki işletmeler bu anlamda çok ciddi problemlerle karşı karşıya kalmaktadır. Yakınınızda bulunan alışveriş merkezlerine gittiğinizde son aylarda kapanan dükkân sayısının ne kadar yüksek olduğuna şahit olursunuz.

Diğer taraftan alışveriş merkezlerinde her geçen gün boş dükkân sayısının ne kadar yükseldiği de işin bir başka boyutu olarak önümüzde durmakta.

Yani sektördeki sorunlar aşılmadığı takdirde hem işletmeler hem de alışveriş merkezi sahipleri sıkıntıyla boğuşmak zorunda.

Sektörde kiraların yüksekliğinin yanında şirketlerin devamlı surette artan borç yükü ve belirli dönemlerde girmek zorunda oldukları indirim günleri problemlerin ana sebepleri durumundadırlar.

Daha uygun kira seviyelerinin yakalanması giderlerin düşmesine vesile olacaktır.

İşletmelerin borç yüklerini sermayeleri seviyelerinde tutmaları borç yükünü taşıyabilmeleri anlamında oldukça önemli olduğundan sermaye üzerinde bir borçlanmaya gidilmemesi hayatlarının devamı açısından kritik dönemeçlerdendir.

İndirim günlerinin daha kısa tutulması ve akılların alamayacağı seviyede %60- %70 düzeylerinde indirimlere gidilmeyerek müşteriye ben indirime gireceğim ama indirimim %20-%30 seviyelerinde olur düşüncesinin oturtulması diğer bir zorunluluktur.

Şirketlerimizin finansal gücü sermaye ve borç yapısıyla çok ama çok yakından ilişkilidir.