Teorik olarak; merkezi bir müfredat uygulamasının olduğu, öğretmen atamalarının belli şartlara bağlanıp bakanlık tarafından yapıldığı, merkezî bir üniversite sisteminde eğitim alan öğretmenlerin görev yapmakta olduğu bir ülkede okullar arasında bir kalite farkının olmaması beklenir. Bu okullarda eğitim gören öğrencilerin de -gayretli ve yetenekli oldukları takdirde- başarılarına göre bir üst eğitim kurumuna geçebilmesi, sistemin olağan bir sonucudur. Türkiye’de eğitim meselesi genel olarak bu çerçevede düzenlenmiştir.

Ancak hâlihazırda (aslında çok uzun zamandan beridir) pratik uygulamanın böyle tezahür etmediği de ortadadır. Bir eğitim sisteminde “iyi okul”, “iyi öğretmen” ve “iyi öğrenci” tanımlamaları varsa bunun karşısında “kötü okul”, “kötü öğretmen” ve “kötü öğrenci” kabulleri var demektir. Belki “Kötü” kelimesinden rahatsızlık duyabilir ve kabul etmeyebiliriz, en azından “yeteri kadar iyi olmayan” kısmında hepimiz hemfikiriz.

Bir piyasada “iyi” ve “kötü” hizmet/mal gerçeği ya da algısı varsa, insanların “iyi” olanı talep etmeleri ve ona ulaşmak için çaba gösterip bir “bedel” ödemeleri de kaçınılmazdır. Eğitimi merkezi olarak planlayan ve bu hizmeti vatandaşlarına sunmayı bir görev telakki eden devletlerin; fiziki olarak okulları, işleyiş olarak eğitim veren öğretmenleri “arzu edilen seviye”ye getirme ve “bir standart yakalama” mecburiyeti vardır. “İyi/kötü öğrenci”; genel olarak okulun ve öğretmenin vermiş olduğu eğitim-öğretimin bir neticesi olduğundan, eğitim politikasını öğrencilerin akademik olarak iyi ya da kötü olmaları üzerinden tesis etmek; çözüm olmak bir yana meseleyi daha da içinden çıkılmaz bir hale getirecektir. Üstelik öğrencilerin yetenek ve ilgilerinin keşfedilemediği, akademik seviyelerinin bile ölçülebileceği adil ve eşit bir “ölçme-değerlendirme” sisteminin tam olarak teşekkül ettirilemediği bir sistemde bunu yapmak daha acı sonuçlar doğuracaktır.

Türkiye’deki eğitim sisteminin tartışılması gereken birçok yönü olduğu muhakkaktır. Devletin eğitim mekanizmaları, bu hakikatin farkında olduğundan sistemin bileşenleri üzerinde sürekli bir değişim içerisindeler. Vatandaşın ve öğrencinin doğrudan yüzleştiği ve sonucunu hızlı bir şekilde gördüğü, bu sonuçtan da rahatsızlık ya da memnuniyet duyduğu “merkezi sınav” meselesinin bu tartışmalarda gündemin ilk sırasını alması tabiidir.

Yukarıda çerçevesi genel hatlarıyla çizilen bir ortamda sıralama sınavı yaparak öğrencileri sınav puanına göre okullara yerleştirmek, sınavda başarılı olan öğrencileri “ödüllendirmek” anlamına gelmemektedir. Çünkü sonuçta “kazanılan” okul da, okulda ders verecek öğretmen de sistemin bir parçası. Üstelik işleyiş ve denetleme yönüyle “kazanılamayan” okuldan da bir farkı yoktur. Zaten bir farkının olmaması, devlet tarafından vatandaşına kanunlarla taahhüt edilmiştir. Diğer taraftan sınavda “başarısız” olarak tespit edilen öğrenciler, kendi mahallesindeki okula bile gidememekle ve “senden bir şey olmaz” damgasıyla cezalandırılmaktadır. Özgüveni yerle bir olmuş öğrenciler, kendileri gibi “işe yaramaz, haylaz” olarak addedilen yüzlerce öğrenci ile beraber dört yıllık bir zorunlu eğitime tabi tutulmaktadır. “Başarılı” bulunan öğrenciler ise hemen hemen aynı puanı almış arkadaşlarından oluşan bir okul ortamında rekabetin ve özgüvenin verdiği hava ile eğitimlerine devam etmektedir.

Yapısal değişimler ve eğitimin felsefesinin değişmesinin uzun zaman alacağı ortada olduğuna göre çözüm nedir?

Çözüm uzun vadede tabi ki bütün okulların fiziki şartlarını iyileştirip eğitim kalitelerini arttırmaktır. Ancak zaman akıp gitmektedir. Mevcut sorunların da acil olarak çözülmesi gerekir. Üstelik arzulanan nihai nokta yakalansa bile ülkenin bilim yapacak zekâ seviyesindeki “elit” öğrencilerine farklı bir eğitimin verilmesi de bir gerçektir. Birçok ülkede de uygulanan “elit okul” uygulaması faydadan hali değildir.

Kısa vadede şöyle bir yol izlenebilir:

Anadolu liselerinin puanla öğrenci alma sistemi kaldırılarak “Proje Okulları Sınavı” yapılmalıdır. Proje okullarının kontenjanları ve sayıları da bulundukları ilçe ve illere göre tespit edilip mevcut öğrenci sayısının %10’unu geçmemelidir. (Bu yüzdelik oran ülkenin ihtiyacı olan insan kaynağına göre aşağı ve yukarı çekilebilir.) Her ilçe nüfusa göre açılacak olan okullar fiziki olarak kusursuz olmalıdır. (Böylece özellikle büyük şehirlerde öğrencilerin trafik çilesi de en aza inmiş olur. Hatta büyük şehirlerde öğrencilere ikamet ettiği ilçeye komşu üç ilçe tercihi kısıtlaması da getirilebilir.) Öğretmenler de yukarıda belirtilen şekilde seçilerek alınmalıdır. (Bu tespit yönteminde 100 üzerinden 80 barajı konulup, %80 sınav, %20 mülakat notu sonucu benim önerim.)

Gelecek yazıda da bu yeni sistemin lise seviyesinde nasıl olması gerektiğini anlatalım.