Bir Çin atasözünde geçtiği üzere ‘ilginç zamanlar’dan geçiyoruz. İlginçliği yapaylığından kaynaklanmakta. Yapay, suni ancak kullanışlı zamanlar… Fakat BİZler için çok tanıdık. Tanıdık olan nedir? Buyurunuz, gündemi kuşbakışı ile değerlendirelim. O zaman anlaşılacaktır.

ÖNCESİNDE NELER OLDU?

Her şey Danıştay’ın Öğrenci Andı kararıyla başladı. Danıştay’ı bu karara götüren ise Ulusalcı eğilimleri ile bilenen Türk Eğitim-Sen’in yürürlükte olan Ant düzenlemesinin iptali istemiyle dava açması olmuştu.

Ardından CHP’li Öztürk Yılmaz’dan “Ezan Türkçe okunmalı” çıkışı geldi.

Ülkemiz için kapatılmış dosyalar, kazanılmış haklar olarak görülen pek çok şeyin yeniden ‘hortlatılmış’ olması elbette Muhafazakâr-Mütedeyyin kesim için sarsıcı oldu. Üstelik bu sürpriz çıkışlarla neye uğradığını anlamaya çalışan Muhafazakarlar, bir de seçim öncesi toplumu kutuplaştırmak ve bunun üzerinden siyasi rant elde etmekle itham ediliyordu. Oysaki gündemi oluşturanlar tam da bu iddiayı ortaya koyan kesimdi.

Devam edelim, süreç nasıl devam etti?

ŞU SIRALAR?

*9 Kasım’da Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Yazar Kadir Mısıroğlu’na insani duygularla yapılmış bir hasta ziyareti gerçekleştirdi. Bu ziyaret bazı medya organlarında 10 Kasım gündemiyle bağlantılandırılarak köpürtüldü. Bu süreçte ÖNDER camiasını temsil etmeyen ancak isim benzerliği nedeniyle “mış” gibi yaparak Samet Akkaya’nın sözleri üzerinden “Bakın! İmam Hatip camiası da bu ziyareti onaylamıyor” algısı oluşturuldu. ÖNDER’in resmi açıklaması göz ardı edildi.

*10 Kasım’da Edirne’de E.Ş. isimli üniversite öğrencisi  ‘Atatürk’e hakaret’ gerekçesiyle tutuklandı. Tutuklamaya giden sürece dair medyada yer alan iddia şu yönde: E.Ş. alanda provokatif bir eylem gerçekleştirmedi. Sadece töreni yorumlayan cümleler sarf etti. Polis memurları E.Ş’nin meydanda Atatürk’e yönelik hakaret içeren ifadeler kullanmış gibi tutanak tutmasının ardından 118 avukatın olaya müdahil olmasıyla birlikte tutuklama gerçekleşti. Olay toplumun vicdanında hala tartışılıyor. E.Ş’nin tutuklanması üzerinden kamplaşmayı derinleştirmek isteyenler akıllara zarar bir şekilde “Atatürk ve İlah” tartışmasını başlattılar.

* 11 Kasım itibariyle “Hocaları müritleri asalım, İmam Hatipleri kapatalım” tezahüratlarının olduğu videolar Twitter üzerinden yaygınlaştırıldı. Bu konu kapsamında herhangi bir yargı süreci hali hazırda başlatılmadı.

*Kemalist söylemlerle sosyal medyada kışkırtıcı videolar paylaşan bir kadının daha önce FETÖ’nün doktor ablası kimliğinde olduğu ortaya çıktı.

*12 Kasım’da “’Kemal Paşa’ tatlısı paylaşarak Atatürk’e hakaret eden kişi tutuklandı” haberi medyaya yansıdı.

*13 Kasım’da Tekirdağ’ın Çorlu ilçesinde, kimliği belirlenemeyen bir kadının, Atatürk Anıtı’na balta ile saldırdığı tespit edildi.

PLAN NEDİR, KİMLER NE YAPMAK İSTİYOR?

Tüm bu gelişmeler elbette tevafuk değil.

Birileri sistemli bir şekilde oyun kuruyor.

Listenin başında yazdığımız fitili ateşleme niteliğindeki bir-iki gelişme sonrası zaten beklenenin olması eşyanın tabiatı gereği olan bir şey.

Toplumu galeyana getirmek isteyenler var. Sürecin akışı içinde kimileri gerçek duygu ve düşüncelerini ortaya koyuyor, kimileri provokasyon peşinde.

Derin güçler ve geniş yelpazede ele alabileceğimiz legal-illegal ayakları olan ‘ittifak’ seçim öncesinde toplumsal kaos peşinde.

SONUÇ, SÜREÇTE KİM NASIL ROL ALMALI?

Suni gündemin, yapay gerginliğin farkında olan tecrübeli siyasiler, medya mensupları, sivil toplum kesimleri, kanaat önderleri olay ve tartışma alanlarının sağlıklı bir biçimde ele alınması için çaba sarf ediyorlar.

Bu süreci mağduriyetler oluşturarak körüklemeye çalışan hangi güç, kesim ve odak varsa hepsi bu toplumun takibindedir.

Bu gibi süreçlerle adeta ‘şerbetlenmiş’ bir topluluğuz. O nedenle kimse aynı operasyon oyunlarıyla bizi test etmeye kalkmasın!