Pandemiyle birlikte kültür-sanat dünyası adeta dijital bir dönüşümün içine atıldı. Tiyatro, belki de bu dönüşümden en çok etkilenen sanat dallarından biri oldu. Alkışsız, salonu olmayan, ekran karşısında izlenen tiyatro oyunları gündeme geldi. “Online tiyatro” kavramı ilk başta garip karşılandı ama zamanla yeni bir ifade biçimi haline dönüştü.
Peki tiyatro dijitalleşince ruhunu kaybetti mi, yoksa yeni bir oyun alanı mı kazandı?
Tiyatro sanatı tarihsel olarak fiziksel bir mekâna, sahneye, canlı izleyiciye bağımlıdır. Oyuncunun seyirciyle kurduğu doğrudan bağ, tiyatroyu sinemadan ya da televizyondan ayıran en önemli özelliktir. Ancak dijital platformlara taşınan oyunlar bu bağı yeniden tanımladı.
Artık oyuncu, kamerasına bakarak oynuyor. Seyirci ise kendi ekranından, kendi ortamında izliyor. Bu, hem yeni bir esneklik hem de büyük bir kopuş anlamına geliyor.
Dijital tiyatroda teknik imkanlar arttıkça, sahne tasarımı kavramı da değişti. Artık gerçek bir sahne yerine bir Zoom ekranı, bir video montajı ya da sanal arka planlar kullanılabiliyor. Bu da yönetmenlere ve sanatçılara yaratıcı bir alan açtı.
Bazı oyunlar doğrudan bu dijital format için yazılmaya başlandı. Geleneksel anlatım formlarının dışına çıkan bu işler, izleyiciyle etkileşime açık yapılar kuruyor. Tıpkı interaktif hikâyeler gibi...
Dijitalleşmenin belki de en büyük avantajı erişim kolaylığı. Artık bir oyunu İstanbul’dan değil, Van’dan, Berlin’den, hatta Nairobi’den izlemek mümkün. Bu durum kültürel erişimde ciddi bir eşitleyici etki yaratıyor.
Ancak bu kolaylık, bazen izleme deneyimini yüzeyselleştirebiliyor. Ekran başında konsantrasyon daha zor. Ortamdaki bir bildirim, bir çay molası, bir telefon sesi… Oyun bölünüyor. Tiyatronun ritüel hissi kaybolabiliyor.
Dijital tiyatro modelleri, geleneksel gelir yapısını da etkiledi. Fiziksel biletler yerini online biletlemeye, hatta gönüllü bağış sistemlerine bıraktı. Bu da hem avantaj hem dezavantaj yarattı. Geniş kitlelere ulaşmak kolaylaştı, ancak sürdürülebilir bir gelir modeli kurmak zorlaştı.
Sanatçılar için bu yeni dünya, hem fırsat hem belirsizlik barındırıyor. Bir oyun binlerce kişi tarafından izlenebilir ama o izleyicilerden kaçı katkı sunuyor?
Tiyatronun en özel yanı, her oyunun biricik olmasıdır. Her temsil, o anda, o salonda, o kişilerle yaşanır. Dijital format, bu biricikliği kayıt altına alarak “kalıcılık” yaratıyor. Ama o canlılık hissi ne ölçüde aktarılabiliyor?
Yani dijital tiyatro, bir hafıza arşivi yaratıyor ama etkileşimi azaltıyor olabilir. Bu durum, sanatın doğasıyla doğrudan ilgili soruları da beraberinde getiriyor.
Tiyatro dijitalleşti ama bitmedi. Sadece şekil değiştirdi. Tıpkı klasik müziğin rock konserine dönüşmesi gibi... Sanat her zaman şartlara adapte olur. Şimdi de ekranları sahneye dönüştürüyor.
Gelecekte belki de hibrit modeller yaygın olacak: Hem sahnede hem ekranda var olan yapılar... Sanat, izleyicisini nerede bulursa, orada yeniden doğar.