Küreselleşme, gerek tarihi ve gerekse tanımı itibariyle tartışılan ve nihai bir izaha henüz kavuşamamış bir kavram…

Destekleyenleri, karşı çıkanları, eleştirilerine rağmen olumlayanları bulunmakla birlikte, dünya ülkelerinin ve toplumların “küreselleşme”nin tesirinde kaldığı bir gerçek.

Kanadalı Sosyoloji Profesörü Marshall McLuhan’ın 1962’de “Gutemberg Galaxy” isimli kitabında yeni dünya düzeni için “Küresel köy” dediği bu kavram, uzmanları tarafından tartışıla dursun, biz bu gün, bizi ilgilendiren tesirlerinden birine küçük bir hatıram üzerinden temas edelim.

Bundan bir yıl kadar önce, ziyaret ettiğim yakınım ile Almanya’nın Reutlingen kasabasından, Tübingen ilçesine gitmek için banliyö trenini bekliyoruz. Tarife billboardlarında trenin 5 dakika sonra istasyonda olacağı bildiriliyor. “Hiç gecikmez mi?” diye soruyorum. Yakınım, “Hiç… Abartı olarak kabul etme ama saniye şaşmaz” diyor.

“Bir sanayi ülkesindeyseniz, insanların makineleşmesine ramak kalmışsa, bırakalım da makineleri dakik olsun” diye geçiriyorum içimden…

Fakat, tren Almanları ve benim yakınımı tedirgin edecek biçimde gecikiyor. “Hay Allah, yalancı çıktığıma değil, birinin daha canına kıydığına yanarım” diyor.

Trenin gecikmesi ve cana kıymak… Benim için fazlaca uzak iki vuku… “Nasıl yani?”

“Burada trenler gecikmişse, muhakkak biri raylara kendini atarak intihar etmiş demektir. Keşif ekibi polisler ve ceset toplayıcıları hızla gelir. Tüm işlemler ortalama 20 dakika sürer. Yani tren 20 dakika sonra gelecek.” Aldığım cevap pratik edilmiş net bir tecrübeden söz ediyor.

İnanmadığımdan değil, merakımdan, “Akşam haberlerinde verirler değil mi?” diye sorunca, “Nein, verilmez!”

“Niye?”

“Çünkü Almanya’da yerel birkaç TV kanalı ve gazete hariç devlet kanalları, hükümet ve din hakkında eleştiriye müsaade etmez ve toplumun moralini bozacak olaylar, televizyon aracılığı ile evlere taşınmaz. Çünkü Almanya’nın uluslararası platformda güçlü, huzurlu, sorunsuz ve müreffeh görünmelerini isterler. Ancak, başka ülkelerdeki sorunları verirler ve bizim ülkemizde bunlar yok demeye getirirler.”

Dikkat kesiliyorum sonraki birkaç gün ana haber bültenlerini seyrederken. Her şey güllük gülistanlık. Almanya’da asayiş berkemal. Fakat, Müslüman mülteciler Alman halkının huzurunu tehdit ediyor, Müslüman camilerinde örgüt toplantıları yapılıyor gibi haberler her akşamın vazgeçilmez servisi olduğunu görüyorum.

Evet işte, küreselleşmeye karşı alınmış şahane bir tedbir. Ayakta alkışlamalı…

Ya bizim TV kanallarımız ne yapıyor? Sabahın ilk saatlerinde üçüncü sayfa haberleri ile güne başladığımıza mı yanalım, “Küçük köy”ün Avrupa mahallesine ispiyon çıkarcılığı ile malzeme verdiğimize mi?

Yoksa, TV programlarıyla ülke prestijimizi kendi ellerimizle zedelediğimize, gazetelerin köşe yazılarıyla yöneticilerimizin otoritesini sarstığımıza mı, Ulu’l Emr’e hürmet kaidesini çiğnediğimize mi?

Neye, ne kadar yanarız, kefaretini nasıl öderiz bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa, yöneticilere hürmet göstermek, birbirimize saygı ve sevgi duymak, birlik ve beraberliğin temel prensibidir.

Ver yansın ederken, derdine yanacağımızı hesaplamak gerek!

Artık, herkesin her şeyi söyleme hakkının, bir sınırdan sonra özgürlük değil, adap sorunu olduğunun altını yetki/lilerce çizmek gerek!