İstiklal Harbi’nden bu yana, başımızda döndürülen bütün senaryoların, çevrilen filmlerin amacını çok iyi anlamamız lazım gelir.
Birçok siyasi organizasyon, birçok ekonomik organizasyon, birçok sivil toplum örgütü, birçok legal ideolojik örgüt ve PKK gibi birçok illegal örgüt, medya kuruluşları, sinema ve televizyon film ve dizileri, birçok sanat, edebiyat faaliyetleri, birçok uluslararası ilişkileri, inkılaplar, maarif düzenlemeleri, darbeler, okullar, üniversite ve bilimsel faaliyetlerin amacı; imana vatan olmuş ‘Türkiye’de, ‘Yalnızca Allah’a güvenen’leri azınlık durumuna düşürmek içindi.
Üzerinde birçok ideolojik yorumların yapıldığı Lozan Anlaşması’nı bir zafer olarak telaki edenlerin, bir hezimet olarak telaki edenlerden öte ve farklı, anlaşılması gereken bir yönü vardır.
Bu yön, Lozan Anlaşması’yla, Türkiye’nin, bir ‘Müslüman ülke’ olduğunun kabulü ve Türkiye’de, Müslüman çoğunluğun, gayrimüslim azınlıkları korumasını garanti altına almasıdır.
Anadolu’da, gayrimüslim azınlığın haklarının korunmasının garantörü olan Türkiye’nin, bir asra yaklaşan tarihi, gayrimüslim azınlığın, kendi haklarına garantör olan çoğunluğun iktidarını ele geçirme ve onu yönetme sürecinin tarihidir.
Bu tarih içinde, gayrimüslim azınlık, küresel güçlerin de kesintisiz yardımıyla, siyasi ve ekonomik olarak devletin tamamının içini dolduracak şekilde örgütlendi. Bu örgütlenme ile elde ettiği güçlü nüfuz ile birçok sosyal kültürel değişim ve dönüşüme ve kültürel entegrasyona sebep oldu.
Bu değişim ve dönüşüm sonucunda, solcu/Marksist demokrat cemaatler, demokrat/Müslüman cemaatler, mütedeyyin/muhafazakâr/milliyetçi ve İslamcılar üretti.
Bu entegrasyon neticesinde, üremiş olan bu cemaat, siyasi organizasyonlar ve kesimler, yalnızca Allah’a güvenmek yerine ‘güce’ güvenmeye, inanmaya başladılar.
Türkiye’de ve Türkiye dışında, birçok güç ve güç öbekleriyle ilişkiye girdiler.
Güç ile girdikleri ilişkiyle bir ‘var’lık buldular.
Buldukları bu varlıkla gayrimüslim azınlıkla el ele, kucak kucağa, imana vatan olmuş Türkiye’nin yalnızca Allah’a güvenen çoğunluğunu azınlık psikolojisine düşürerek, eritmeye yok etmeye yöneldiler.
Bu ülkeyi imanlarına vatan kılmış olan, yalnız Allah’a güvenenlerin hesaplaşması bu sebeple yalnızca bir gayrimüslimle mücadeleden ibaret değildir.
Aynı zamanda, kendisi gibi giyinen, kendisi gibi tekbir getiren, kendisinin hemen ardında camide saf tutan, kendisi gibi Türk olduğunu söyleyen ve varlığını Türk ismi ile örtmüş olan, herkesten daha milliyetçi görünen takiyyeci münafıklar topluluğuyla da kıyasıya mücadele etmek zorundadır.