AK Parti iktidarlarında, eğitim reformları konusunda halen de devam eden temel sorunlar vardı.

“Yeni” kelimesinin işlevi son iki yüzyılda sanırım hiçbir millet için bu kadar belirleyici olmadı. İçimizdeki değişim iradesi artık toplumsal genetiğin bir parçası. Değiştirmeden hiçbir şeyden memnun olamıyoruz. Ve fakat son yüz yılda inanılmaz bir hızla dünya da değişiyor. Mitolojik miras ve tecrübe edilmişler toplamı, özellikle sağlığı koruma alanında hala tartışılmaz bir değer ifade ediyor.

Eğitim alışkanlıkları da bundan nasibini aldı aslında. Eğitim de tıpkı diğer insani donanım alanları gibi alışkanlıklarla oluşmuş bir sosyal düzendir. Fakat bilginin kutsandığı, aşırı değişken toplumlarda bu sosyal yapı da kutsiyet kazanmakta, hele de o topluma kutsal devlet yapısı da musallat olmuşsa artık dogmalaşmış bir milli eğitim yapısından bahsedilir. Bu gerçeğin hilafına söz söyleme cesareti gösterenlerin karşısında da vatan hainliği gibi bir duvar çıkıverir. Nedeni ise o zamanın yeni Türkiye’sinin resmi ideoloji ile yeniden şekillendiği yıllarda, maarif politikasının da bu çerçevede şekillenmiş olmasındadır. O yıllarda, topluma ilişkin her alan, resmi ideolojinin jakoben tavrı ile donatılmış mevziler olarak görülüyordu. Resmi tarih, resmi dil, resmi kıyafet, resmi din ve nitekim resmi bir eğitim ideolojisi esastı.

Menderes ve Özal döneminde, kısmî olarak teşebbüs edilen bu alanlara ilişkin en cesur müdahale AK Parti iktidarlarında denendi. Fakat AK Parti, kuruluş dönemindeki naifliği ve koşulların amansızlığı nedeniyle pansuman tedbirlerle yetindi. Belki daha önemlisi AK Parti kurucuları, ülkenin çetin koşulları nedeniyle on beş yıl iktidarda kalabileceklerini beklemiyorlardı.

AK Parti iktidarlarında, eğitim reformları konusunda halen de devam eden temel sorunlar vardı. Bunların başında, gelişmiş ülke modellerine yönelik doku uyuşmazlığını saymalıyız. “Nispeten” özgürlükçü ve gelecek kaygısı taşımayan Avrupa rahatlığı ile “Yaşam süreçlerinin kalitesini önceleyen” eğitim sistemi, Anadolu havasına uygun düşmüyordu. Çünkü bizde akademik başarı, bilginin somut göstergeleri üzerine inşa edilmişti. Bir diğer sorun da bilinçaltımızdaki ahlak eksenli nesil yetiştirme idealidir. Halen serbest kıyafetten ahlakî maraz doğacağını, disiplinli akademik eğitim verilmezse çocukların başka ilgi alanlarına kayacağını düşünmekteyiz. Kız çocuklarının bedenen terbiye sınırları, bizim ahlak ve terbiye sınırlarımızla büyük ölçüde ilişkilidir.

Sosyal gelişim, sosyal ve sanatsal etkinlik, müzik ve bedenin eğitimi gibi temel konularda halen din kurumunun fetvası bile kâfi gelmeyeceği için kuşak olarak bu işi başka bahara bırakmak zorunda kaldık.

Yeni Türkiye’nin eğitim sistemi ille de Avrupaî olmak zorunda mı? Doğulu Müslüman kendine özgü bir eğitim sistemi geliştiremez mi? En kolay sığınak olarak bu yol seçildi. Alışkın olduğumuz ve denenmiş bir proje olarak imam-hatiplerin yaygınlaştırılması bu refleksin ürünüdür. Din, elbette insan hayatının önemli bir alanı. Din eğitimi de çok değerli bir eğitim altyapısı. Sağlıklı din eğitimi verilen toplumlar, başka alanlarda kendilerini daha rahat ve özgür hissederler. Eski-yeni Türkiye’nin en büyük sorunu, sağlıklı din eğitimi verilemediği için nesillerin “terbiye” adı altında işlevsiz ve münzevi bir ruh haline indirgenmiş olmasıdır. Laik devlet, din konusuna mesafeli olmakla ya da dinî alanlara alerjik davranmakla ne kadar hatalı idiyse dindar nesil yetiştirmek üzere işe koyulan kesimlerin de nesilleri toplumdan uzaklaştırmış olmaları arasında toplumun ıslahı bağlamında bir fark olmadığını görmeliyiz…