Geçen haftaya “Çin, sipariş ettiğimiz Korona testlerinin parasını Atatürk ödedi diyerek almadı” zırvası damga vurdu. Bakan Koca “Yok öyle bir şey” diyerek soruyu ciddiye bile almadı. Ancak “Külliyeye görüşmeye giden CHPli” yalanıyla meşhur Sözcü, bu iddiayı utanmadan yine manşetine taşıdı.

Gelin, gözlerine perde inmiş bu zihniyete, yakın tarih konulu bir uzaktan eğitim verelim.

Birincisi, 1938’de Çin’e gönderdiğimiz Kolera aşısının üretimi sanıldığı gibi Hıfzıssıhha Enstitüsü’nde değil, 1914’te kurulan Bakteriyoloji Enstitüsü’nde başladı. Bu enstitü, sadece Kolera da değil, tifo, veba, tetanos ve dizanteri serumlarının da üretilmesini sağladı. Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı ordusunun aşı ihtiyacı bu enstitü tarafından karşılandı.

SULTAN VAHDETTİN’İN ANADOLU’YA GÖNDERDİĞİ EKİPTEYDİ…

Bu enstitüyü kuran ve aşıların üretilmesini sağlayan kişi tahmin ettiğiniz gibi, bir Osmanlı Subayı olan Refik Saydam’dı. Tıpkı Atatürk gibi Osmanlı’nın yetiştirdiği bir asker olan Refik Bey, kimileri için üzücü gelse de 1923’te değil, Mustafa Kemal Atatürk gibi 1881’de doğmuştu.

Hatta Refik Bey’in Askeri Tıbbiyeyi Doktor Yüzbaşı olarak bitirdiği 1905 yılında da henüz CHP’nin esamesi okunmuyordu. Refik Bey, Almanya’da Berlin Askeri Tıp Akademisi’nde yüksek eğitim görürken Balkan Savaşı nedeniyle 1912’de İstanbul’a döndü.

Balkan Savaşı’nda Antalya ve Çatalca cephesinde Kolera hastalığını önleyici çalışmalar yaptı. 1914’te atandığı Sahra Genel Sağlık Müfettiş Muavinliği sırasında da yukarıda anlattığım Bakteriyoloji Enstitüsünü örgütledi ve Osmanlı ordusunun hastalıktan kırılmasını önledi.

REFİK BEY’İN AŞISI 1. DÜNYA SAVAŞINDA KULLANILDI

Refik Bey’in bu dönemde tifüse karşı hazırladığı aşı tıp literatürüne geçti ve I. Dünya Savaşı’nda hem Alman ordusunda hem Kurtuluş Savaşı’nda kullanıldı.

Sultan Vahdettin Han tarafından Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a gönderilen ekipte bilin bakalım başka kim vardı? Evet, tam isabet… 9. Kolordu Sağlık Müfettişi Muavinliği ile görevlendirilen Refik Bey!.

Ve Refik Bey, 1920’de dualarla tekbirlerle açılan ilk Meclis’e Doğubayazit milletvekili ve Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı Sıhhiye Dairesi Başkanı olarak girdi. Ve bir süre sonra da Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Sağlık Bakanı oldu.

İşte Sözcü’nün Çin’e gönderilen aşıları icat ettiğini zannettiği Hıfzıssıhha Enstitüsü de Refik Bey’in 1920-28 arasında kurduğu ve sağlık alanında hizmet veren pek çok merkezden biriydi.

“DEVLET İDARESİ A’DAN Z’YE BOZUKTUR DÜZELTMEK İSTER”

Peki sonra ne oldu? Bu satırlardan sonrası ne yazık ki hazin…

Osmanlı’nın bilimsel birikimini tıpkı Refik Bey’in yaptığı gibi yeni cumhuriyete kazandırmak yerine o mirası tümüyle reddeden bakış açışı 1928’deki harf devrimiyle birlikte ivme kazandı.

Refik Bey, 1931- 1938 yıllarında eğitim ve maliye bakanlıklarına vekalet etse de Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kadar alan bulamadı.

Atatürk’ün ölümü sonrası İnönü tarafından 1939’da Başbakanlığa atanan Refik Saydam, “Devlet idaresi A’dan Z’ye bozuktur, düzeltmek ister” diyerek devlet yönetiminde köklü bir reform yapılmasını talep etti ancak ömrü yetmedi ve 1942’de öldü.

5 YIL BOYUNCA HER GÜN 11 ASKERİMİZ ŞEHİT OLDU

1930’lardan itibaren başlayan ve İnönü’nün ipleri ele almasıyla iyice bozulan sistemin ceremesi ise ne yazık ki ilk Mehmetçikten çıktı.

Birinci Dünya Savaşı’nda Alman ordusuna dahi aşı gönderen Türkiye, savaşa girmediği ikinci dünya savaşında, dönemin savunma bakanının ifadesiyle ABD ordusu kadar zayiat verdi.

1939-1945 arasında resmi rakamlara göre 23 Bin 663 askerimiz siroz, zatürre, kolera, bronşit, sıtma, tüberküloz, apandisit, felç gibi hastalıklardan şehit düştü.

Buyrun, devamını noktasına dokunmadan alıntıladığım dergiden okuyalım: “Tam 2 Bin 106 gün süren İkinci dünya savaşı boyunca her gün 11 asker şehit oldu. Her iki saatte bir askerimizi kaybettik. Savaşın sona erdiği 1945 yılında ise her gün 25 askerimizi hastalıklara kurban verdik. Oysa Kurtuluş Savaşı’mızda dahi toplam 10 Bin şehit vermiştik.”

Ve bu rakam sadece hastanelerde ölenlere ait. Yani hastalığı nedeniyle evine gönderilen ve evinde şehit olan askerler değil. 24 Ocak 1951’de TBMM’de bir konuşma yapan Birinci Ordu eski Komutanı Ali İhsan Sabis, “İkinci Dünya Harbi esnasında seferber edilmiş olan birliklerimizde bakımsızlık yüzünden ölen askerlerimizin sayısı muharebe etmediğimiz halde 100 bine yakındır” diyor.

Yani CHP’nin tek parti rejiminin hüküm sürdüğü yıllarda, girmediğimiz bir savaşta gayri resmi rakamlara göre 100 bine yakın, resmi kayıtlara göre 23 Bin 663 şehit vermişiz.

BU RAKAMLAR İBB’NİN DERGİSİNDEN…

Yani 1914’te Alman ordusunu ürettiği aşı ile kurtaran ülke, 1940’ta kendi askerine aşı üretemez hale gelmiş.

Uzaktan “yakın tarih dersi”mizi Çin’in bedava kit gönderdiğini zanneden cahillere ve Sözcü’ye bir ödev vererek bitireyim. Bu ders notlarının devamını Sevgili Ekrem Bey’ciğinizin metrolarda bedava dağıttığı İST isimli 176 sayfalık dergiden okuyabilirsiniz. Bu rakamlar bizzat o dergiden alıntıdır.

Hani Başakşehir’deki şehir hastanesinin yolunu “ödenek yok “ diyerek yapmayan ama İstanbul’da, 1 Mart itibariyle hem de Koronavirüs gibi bir salgının daha da çoğalmasına davetiye çıkararak metrolarda yüzbinlerce adet dağıtılan İBB Dergisi…

Anadolu’da ikinci dünya savaşı yılları ve sonrasında yüz binlerce insan da kızamık gibi salgın hastalıklardan hayatını kaybetti. Ne yazık ki hiç birinin kaydı bile yok. Hazır evdeyken, Yılmaz Özdil isimli lağım ağızlının Angut diye hakaret ettiği 70 yaş üzerindeki büyüklerinizin dizinin dibine oturun da size CHPli tek parti günlerinin salgınlarını anlatsınlar… Basit bir kızamık hastalığından kaç insanımızı kaybettiğimizi bir de onlardan dinleyin.

Her salgının bir çaresi var ama CHP zihniyetinin tedavisi yok.

Allah bunlara akıl, fikir, feraset ve izan versin… Şehitlerimize rahmet olsun.