1927 yılında çıkarılan (ve halen yürürlükte olan) 1057 Sayılı Kanun’u biliyor muydunuz? Semavi Eyice Kitabı’nı okuyana kadar ben de bilmiyordum. Evvela kanunu okuyalım sonra size Semavi Eyice’nin anlatacakları var.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ DAHİLİNDE BULUNAN BİLUMUM MEBANİİ RESMİYE VE MİLLİYE ÜZERİNDEKİ TUĞRA VE METHİYELERİN KALDIRILMASI HAKKINDA KANUN

Kanun Numarası: 1057

Kabul Tarihi: 28/5/1927

Yayımlandığı R. Gazete:

Tarih: 15/6/1927, Sayı: 608

Yayımlandığı Düstur:

Tertip: 3, Cilt: 8, Sayfa: 664

Madde 1-İçinde Devlete mütehattim bir vazife icra, yahut Hükümetin veya belediyelerin efrat ile zaruri ve kanuni olan münasebetlerini temine tahsis edilen binalarla alelümum mektep binalarında vaktiyle Osmanlı saltanatını temsil için konulmuş olan, yahut vaziyetlerine göre halen temsile delalet eden tuğra veya armalar ve bunlarla beraber olarak sultanların mediherini ihtiva eden kitabeler hakkında ikinci madde hükmü tatbik olunur. Bu kabil tuğra ve arma ve kitabe bulunan hususi binalar, bunlar kaldırılmadıkça veya örtülmedikçe yukarda zikrolunan faaliyetler ve münasebetlere tahsis olunamaz.

Madde 2-Birinci maddedeki kayiterin şumulü dahilinde olan tuğra ve arma ve kitabeler Devlet veya belediye malı olan binalarda bulunduğu halde kaldırılarak müzelere konulur.

Yerlerinden kaldırılmalariyle gerek kendilerinin, gerek bulundukları binaların, bedii veya tarihi kıymetlerine halel gelecek olanlar, eserin ve bulunduğu mahalin bedii kıymetini nakisedar etmemek üzere münasip vesait ile örtülür.

Madde 3-Alakadar Vekaletlerin müracaatı üzerine Devlet binalarından hangi eserlerin kaldırılması veya örtülmesi lazımgeldiğini tayin ve örtülmesi lazım ise şekil ve suretlerini tesbit ile karar vermek Maarif Vekaletine aittir.

Madde 4-Bu kanun neşri tarihinden muteberdir.

Madde 5-Bu kanunun icrasına İcra Vekilleri Heyeti memurdur.

***

Meğer bu kanunun arkasına saklanıp ne cinayetler işlenmiş memleketimizde. İşte Bizantolog, sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice’nin dilinden iki tanesi:

60’lı yıllarda Türkiye Trakya’sını incelemeye başladım. Yazın ilk yarısında Trakya’yı ikinci yarısında Anadolu’yu inceliyordum. (…) Bir gün (Edirne) Uzunköprü’ye gittik. Kasabanın ortasında bir meydan şadırvanı var, harikulade bir eser. Üzeri nakışla dolu mermeri var, laleler, çiçekler… Üzerinde de manzum bir kitabe var ikişer satır. Kare olduğu için dört cephede. Fakat itinayla ilerici bir kaymakam o kitabeyi kırdırmış. O çeşmeyle uğraşırken halk etrafımıza toplandı. Herkes, “Bunlar ne yapıyor?” diye merakla bakıyor. Kafamı kaldırıp, “Kim bu kitabeyi bu hale getirdi?” dedim. Biri “Bulgar gavuru” dedi. Kalabalıktan başka bir tanesiyse, “Türk gavuru” dedi. Meğer kaymakam, yeni Harf Kanunu’ndan sonra tuğra ve kitabeleri kazıtmaya başlamış, çeşmedeki kitabe de gitmiş öyle. Yine o civarda Makedonya’yı fethetmiş Gazi Turan’ın babası Yiğit’in köyü var, Paşa Yiğit Köyü. “Enteresan bir şey bulabiliriz” diye o köye de gittik. Erken Osmanlı devri bir köy. Köyün dışında bir cami vardı, Paşa Yiğit Camii. Kullanılmıyor, terk edilmiş ama enteresandır, minaresi kalıp halde yerde duruyor. Sordum, “Bu minare neden bu halde?” diye. “Bir kaymakam vardı, halat bağlayıp minareyi yıktı” dediler. “Aynı kaymakamın işidir herhalde” diye düşündüm.

(Semavi Eyice Kitabı-İstanbul’un Yaşayan Efsanesi, Söyleşi: Selim Efe Erdem, Timaş Yayınları,

Ekim 2014, 480 s.)