Ülkemdeki Müslümanlar, derviş meşrepli ehl-i tarikler, siyasal İslamcılar, cemaatler, çeşitli dernek ya da vakıf adları altında örgütlenip kendi imkanları ölçüsünde din-i İslam’a hizmet gayesinde olanlar şeklinde bir sosyal yelpaze meydana getirmektedir. Bunlar örgütlü yapılardır ve bir hiyerarşileri, idealleri, davaları, fikrî ve amelî programları vardır. Bu yapıların herhangi birine intisap etmeyenler ise dinle ilişkilerini daha bireysel düzeyde tutmayı tercih ederler.

Bu dini grupların pek çok ortak noktası vardır. Bir dönem, neredeyse tamamının müşterek paydalarından biri de “diyaneti eleştirmek”ti. Ta ki devlet onları ele geçirinceye kadar. (İslamcıların devleti ele geçirdiği yaygın kanı/sanısının aksine aslında devlet, bugün İslamcıları kullanarak Müslüman bilinci ele geçirmiştir.)

Kuşkusuz her kurumda olduğu gibi Diyanet’te de tenkit edilecek pek çok kusur bulabiliriz. Sözgelimi ben daha devrimci bir diyanet hayal etmişimdir hep. Örfî olanla dinî olanı, mitik olanla ontik olanı, aslî olanla arızî olanı tefrik edip bahusus hurafeleri dinden temizlemeyi birinci vazife edinmiş bir Diyanet…

Mesela bir akşam Oruç Baba türbesine gidip meczup başkan olarak tarihe geçmeyi göze alarak “Kabirdeki ölüden size fayda yoktur, buranın bir kutsallığı yoktur! Ey insanlar! Allah Teala size şah damarınızdan daha yakındır. O, bütün duaları işitir ve kime neyi vereceğini en iyi bilendir!” diye haykıran bir Diyanet Reisi hayalim.

Yine de farkındayız ki bugün, Cumhuriyet tarihinin en faydalı işler yapan Diyaneti ile karşı karşıyayız. Diyanet’in hem düşünce hem de eylem planında, ümmet coğrafyasının her köşesinde ortaya koyduğu salihatı ayakta alkışlıyoruz.

Bu gerçekliğe rağmen DİB Başkanı Mehmet Görmez üzerinden Diyanet’e bir saldırı başlatılmış durumda. Malum medya örgütünde Diyanet’e karşı operasyon başlatıldığında, aklıma ilk gelen soru şu olmuştu: Acaba Diyanet, nerede, ne yaparak bunların ayağına basmıştı?

Biliyorsunuz, 15 Temmuz gecesini inlerde geçirenlerin ortak bir retoriği var. Hepsi 15 Temmuz destanını ve şehitlerini, kendi emelleri için sözlerinin arasına bir yere sıkıştırmakta ve onların şehadetini su-i istimal etmekte. Oysa şahidiz ki Diyanet İşleri Başkanı ve teşkilatı, o gece öylesine kritik bir hamleyle halkı sokaklara davet eden salâlar ile çağrılar yapmıştır ki bu, hakikaten o kıyamet gecesinin kırılma anlarından biridir. 15 Temmuz kalkışmasının bastırılmasında hayatî katkısı olan birini fetö ile aynı cümlede zikretmek, ya anlayamayacağımız  bir akıl tutulmasının zirvesine ya da  sofistike bir hesaba işaret olsa gerek.

Mehmet Görmez Hoca’nın fetö liderine yazdığı iddia edilen mektup, şimşirgil’in ifşaatıyla(!) yayınlandığında asıl derdin ne olduğunu anladım. Mezkur tv starı, mal bulmuş mağribî gibi iddia edilen mektubu okumaktan çok yorumlarken bir yerde İmam-ı Rabbani ve Abdülhakim Arvasî Hazretlerinin isimlerini zikretti. Güya Diyanet’in destek verdiği bir internet sitesi, bu alim ve abit zatlara hakaret edesiymiş.

Anladım ki aslında asıl saldırı diyanete değil, diyanetin temsil ettiği “ed-Din”e idi.

Anladım ki asıl hesaplaşma; hurafeleri kutsayarak dini yozlaştıran ve sırat-ı müstakimden uzaklaştıran, İslam’ı başta ekonomik olmak üzere bilumum amaçları için kullanan anlayışla Kur’an ve sünnetin yolundan şaşmayan ve  Allah’ın dininin hiç bir dünyevi amaca alet edilmemesi için çabalayanların mücadelesinden ibaretti.

Diyanet’e çekilen bu operasyon, aslında Diyanet’in korumaya çalıştığı ed-Dinü’l-Kayyime’ye çekiliyor; bunu fark edelim… Çünkü her grubun bir İslam anlayışı var ve ne yazık ki herkes hakikati, kavradığından müteşekkil sanıyor.

Baki selam…