Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile diğer bölge ülkeleri arasındaki ilişkiler irdelendiğinde, bu ilişkilerin büyük çoğunluğunun Başpiskopos Makarios zamanında inşa edilip geliştirildiği görülmektedir. Makarios’un Asya ve Afrika ülkeleriyle antiemperyalizm çerçevesinde geliştirdiği ilişkiler Bağlantısızlar Hareketi içerisinde saygın bir yer elde etmesine yol açmıştı. Diğer taraftan Makarios, Filistin meselesinde Arapların yanında yer alarak Arap coğrafyasıyla da yakın ilişkiler kurmayı başarabilmişti.

Muhafazakârların ve liberallerin oluşturduğu Demokratik Seferberlik Partisi (DİSİ) adayı Nikos Anastasiadis’in 2013 ve 2018’deki seçimleri kazanarak liderlik koltuğuna oturduğu andan itibaren yürüttüğü diplomasiyi Makarios’un mirası üzerine bina ettiği söylenebilir. Elbette Anastasiadis’in Makarios’tan daha geniş ve kapsayıcı bir misyonla hareket ettiğini söylemeye bile gerek yoktur. Rum liderin, Kıbrıs sorununa ilişkin dikkatli ve mutedil bir dil kullanmaya özen göstererek, meseleyi, “bölgesel barış, iyi komşuluk ilişkileri, bölge halklarının refahı, Avrupa’nın evrensel değerleri” üzerinden takdim etme gayretleri bu durumu gözler önüne sermektedir.

Eylül 2018’de Kıbrıs’a resmi bir ziyaret gerçekleştiren Hindistan Cumhurbaşkanı Ram Nath Kovind’in ortak basın toplantısında, İki ülke arasındaki tarihi bağlara vurgu yapması ve ardından, “Makarios’un Hindistan’da çok saygı duyulan bir kişilik olduğunu” ifade etmesi yukarıdaki diplomatik mirasa ilişkin güzel bir örnek olabilir. Başka bir örnek ise Güney Kıbrıs Mısır ilişkileri üzerinden verilebilir. Bilindiği üzere son dönemlerde Mısır lideri Abdülfettah El Sisi, Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras ve Rum lider Nikos Anastasiadis, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının paylaşımı, bölgeye ve Avrupa’ya transferi konularında sıkı bir işbirliği içerisinde hareket etmektedirler. Mısır, Yunanistan ve Rum Yönetimi arasında Kıbrıs’ta düzenlenen beşinci zirve toplantıları kapsamında Rum Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada Abdülfettah El Sisi’nin, Cemal Abdül Nasır ile Makarios arasındaki yakın dostluk ve işbirliğine dikkat çekmesi gözlerden kaçmamıştır.

Anastasiadis aynı doğrultuda AB ve ABD ile de sıcak temaslar kurarak Kıbrıs meselesinde uluslararası gücünü artırmayı kendine görev bilmiştir. Bu çerçevede Rum lider Türkiye’yi sürekli, “AB ilkelerine, uluslararası hukuka ve deniz hukukuna saygı göstermeye” davet ederek EastMed ile AB’nin; İsrail lobisi, alternatif askeri üsler ve Rusya’nın Akdeniz jeopolitiği üzerinden de ABD’nin desteğini sağlamaya çalışmıştır. Rum lider ayrıca uluslararası şirketlerin yürütebileceği lobi faaliyetlerini de siyasi ve ekonomik hesaplara dâhil etmeyi ihmal etmemiştir. Bu bağlamda Noble Energy, Delek, Shell, Eni, Total ve Exxon Mobile gibi dev enerji şirketlerine petrol ve doğalgaz arama ruhsatları verilerek ‘piyasanın gücü’ devreye sokulmuştur. Bu noktada Anastasiadis’in 2013 yılında verdiği bir röportajda, bölgede çözümü sağlayacak ve denklemi değiştirecek unsurun askeri güçten ziyade piyasanın olduğunu dile getirmesi bu politikayı onaylayan bir ifade olarak görülebilir.

Anastasiadis, AB, BM, bölge ülkeleri, uluslararası kamuoyu ve çokuluslu şirketler nezdinde yürütmüş olduğu diplomatik girişimlerde şu tezleri ileri sürmüştür. Kıbrıs’ın gaz rezervleri tüm Kıbrıslılara aittir. “Kıbrıs Cumhuriyeti’nde” Rumlar gibi vatandaşımız olan Kıbrıslı Türklerin de hakları tümüyle korunmaktadır. Öncelikle Kıbrıs sorunu çözülmeli ardından adil paylaşım gerçekleşmelidir. Türkiye, Avrupa’ya sağlanacak enerjinin merkezi olabilmek ve bölgedeki enerji kaynaklarını kontrol etmek için Kıbrıslı Türklerin haklarını bahane etmektedir. Türkiye, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” egemenlik haklarını hiçe saymaktadır. Türkiye, uluslararası hukuk ve AB kurallarına uygun hareket etmeyerek “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” Münhasır Ekonomik Bölge ilan ettiği sahalarda ruhsat sahibi şirketlerin sondaj faaliyetlerini savaş gemileri yoluyla engellemektedir.

Sonuç olarak, Doğu Akdeniz enerji kaynakları üzerinde sürdürülen mücadelenin kalıcı barışa hizmet edebilmesi için çatışma ve tek taraflı tezlerin terk edilmesine ve böylece hakkaniyet temelinde yeni bir işbirliği ortamı oluşturulmasına ihtiyaç duyulmaktadır.