Sözün gelişinin gereği, çağdaş olarak nitelediğimiz çağımız insanı, Gazze’deki direnişe şaşkınlıktan şaşkınlığa düşerek baktı. Seyretti de diyebilirdim aslında. Ancak vicdanıyla ayağa kalkanları, seslerini yükseltenleri incitmek istemem.
Çağdaş insan, iki yıl süren direnişi anlayamadığı gibi, şimdi de onların evlerine doğru yürüyüşlerine bir anlam veremiyor.
Kelime dağarcığı o yürüyüşü anlamaya da, anlatmaya da yetmiyor. Şaşkın bakıyor ve soruyor: Evleri nerede? Nereye gidiyor bu insanlar?
EV DEĞİL MESKEN
Evin bir adı, asıl adı meskendir. Ev sükun bulduğumuz, yani sakinleştiğimiz, bedenimizi ve gönlümüzü dinlendirdiğimiz mekandır. Yorgunluğumuzu orada gideririz. Havasına, kokusuna alışkınızdır. Alışkanlıktan öte bağlıyızdır. Alışkanlıklarımızla yaşar, el yordamıyla da olsa dolaşabiliriz her köşesini.
Sessizliğinden ürkmediğimiz yerdir. Orada yalnız kalmayız. Yaşanmışlıkların izleri her yerindedir. Eskimiş, yıpranmış yerleri dahi, bizimle birlikte yaşarlar. Sehpanın camı bir ucundan kırılmıştır. Sandalyenin yıpranan yüzü acemice yenilenmiştir. Koltuğun tam ortasında, kalıcı hale gelen bir iz vardır. Özenle koruduğu hatıralarıyla bizi tamamlar ev.
Tamir edemediğimiz yerleri bizi rahatsız etmez. Dağınık görünse de, her şey yerli yerindedir. Ne eksiktir, ne fazladır. Yeterincedir.
Evimizden uzakta, hep gönlümüz evimize dönük yaşarız. Hayatımızın merkezi orasıdır. Dünyaya sığmayız da bir eve sığarız kolayca. Korona öğretti sanıyorlar. Oysa biz, ondan önce de biliyorduk hayatın eve sığdığını.
Mahalleye geldiğimizde evimiz başlar. Kapının eşiğine geldiğimizde o çocukça tekerleme takılır dilimize: “evim evim güzel evim.” Biliriz ki; her yaş için geçerlidir.
Mesken tek başına bir kelime değildir. Sakin de aynı köktendir. O evlerden oluşan muhitin ahalisi, mahallenin sakinleridir.
Evin bir diğer adı ocaktır. Ev yanan bir ocakla, tüten bir bacayla resmedilir. Korunaklıdır ev. Kendimizi güvende hissederiz.
Saadet değimiz evin tamamlayıcısıdır. Huzurdur ev. Sırlarımız oradadır. Küçük sevinçler büyür evde. Büyük acılar küçülür.
GAZZE’DEN ÖĞRENECEKLERİMİZ
Bakmayı, görmeyi bilirse Gazzelilerden öğreneceği çok şey var yaşlı dünyamızın. En başta direnişi öğrendi. Edebiyatında, sinemasında, eski çağların bir gerçekliği olarak romantize ettiği direnişi, yaşarken Gazze’de görmüş oldu. Her yaşta, her hal ve şartta, süslemeden, gösteriye dönüştürmeden nasıl direnilir? Onu dünyaya gösterdi Gazze.
Vatan kavramını öğretti. Dünyaya emlakçı gibi bakanların, toprağı arsa olarak görenlerin, evin değerini değil, fiyatını bilenlerin karşısına vatan kavramını çıkardı. Söze dökmeden sessizce yaptı üstelik.
Gazzeliler şimdi de evin ne demek olduğunu öğretiyorlar dünyaya. Ona nasıl sahip çıkılır? Onu gösteriyorlar. Evlerinden kalan tozu toprağı eleyip, onlarla evlerini yeniden kurma azmindeler. Yapamasalar da o tozdan, o topraktan edindikleri ruhu ekleyecekler yeni evlerine. Ancak böyle yaparlarsa, kaldıkları yerden devam edeceklerini biliyorlar.
Korkularına yenik düşmese insanlık, Gazzelileri takip ederek kendisine sahici bir dünya kurabilir. Bütün bildiklerini, ezberlerini yıkarak en baştan başlayabilir.