Son günlerde yine bir Mesih hortlatıldı. Promosyon olarak da kutsanan kimi mezarlarda “yatan zatların” mezarlarının boşaldığı konuşulmaya başlandı. Bu retoriğin kimi köşe yazarları, kürsü konuşucuları (özellikle vaiz demek istemedim) ve dindar gruplar arasında seslendirilmesi, bu konuşma ve ifadelerle Müslümanların düşünce sisteminin iğfal edilmesi rahatsızlık vermeye başladı. “Dindarların konu ile ilgili kaynakları nedir?” sorusunun cevabını kurcalamadan hatırlatmakta fayda var: Tarihî verilere göre Yahudilik M.Ö. 1200 yıllarında Mısır’da neşet etmiş, Musa Peygamber ile yola çıkan Yahudiler, Arz-ı Mev'ud’a ulaşamadan Hz. Musa vefat ettiğinden İsrailoğulları, Yeşo önderliğinde vadedilen topraklara ulaştırılmıştır. Bu dönemde meşşia/meşiah inancı ile karşılaşmayız. Davut ve Süleyman peygamberler döneminde en ihtişamlı devirlerini yaşasalar da İsrail’in M.Ö. 719 yılında Asurlular, M.Ö. 586 yılında da Yehuda'nın Babil krallıkları tarafından işgali ve Süleyman Mabedi’nin tahribi ile bağımsızlıkları son bulmuştur. Son olarak Romalılar ve Yunanlıların zulmüne maruz kalan Yahudiler ihtişamlı günlerine dönmek ve mabedi yeniden inşa etmek için Davut Peygamber soyundan bir kurtarıcı kültü inşa ederek kutsal metinlerine eklediler (M.Ö. 38).
İslam Ansiklopedisi, Mesih maddesini bize şöyle tarif eder: “Mesîh kelimesinin aslı Aramice meşiha, İbranice mâşiahtır. Sami dillerde müşterek olan kelimenin fiil kökü Arapçada meseha, Asur dilinde maşâhu, Aramice ve İbranice’de mâşâh olup ‘el sürmek, elle sıvazlamak, boyutunu anlamak için eli bir şeyin üzerine koymak, yağ sürmek, yağla mesh etmek’ anlamındadır.” Madde sonunda da: “Kuran’da Mesih, Hristiyanlıkta olduğu gibi Hz. İsa’nın ölümünden sonra dirilişi üzerine kendisine verilmiş bir sıfat olmayıp doğumundan itibaren onun için kullanılmıştır. Kavram Kuran-ı Kerîm’de Hristiyanlıktaki anlamıyla yer almamakta, İsa’nın kendisinden önce gelenler gibi bir peygamber olduğu vurgulanmaktadır. Bazı hadislerden hareketle Hz. İsa’nın kıyamet alametleri kapsamında tekrar yeryüzüne döneceğini ifade eden anlayış, âlimler arasında tartışmalı bir husustur.” ifadeleri bulunur. Ek olarak şunu da hatırlatalım. Müslümanlar son peygamber olarak Hz. Muhammed’e (s.a.v) ve ona gönderilen ilahi vahye inanırlar. Vahiy de “Her can ölümü tadacaktır.” (Kuran:3/185) hakikatini telkin eder ve bu ifade ile dünyada ilelebet yaşamak ve dirilmek mümkün değildir (Hz. İsa ayetleri de bu çerçevede değerlendirilmelidir).
Mesihçi dindarlığın çıkmazı, Japon inancı hariç diğer bütün dinlerde benzer olması ve birbirini tekrar etmesinden kaynaklanmasıdır. Mâverâünnehir bölgesindeki Sabiî inancına mensup insanlardan başlayarak Maniheist, Yahudi ve Hristiyanlarda bu inanç mevcut olup süreç içerisinde birbirini etkileyerek varlığını sürdürmüştür. Kuran’da karşılaşılmayan bu inanış, İslam’ın Mezopotamya ve Hint Yarımadası’na ulaşmasından sonra Müslümanlar arasında görülmeye başlandı. Bu inancın Müslümanlar arasında karşılık bulmasının bir başka sebebi de gidilen coğrafyalardaki farklı din mensuplarının Müslüman olarak kültürlerini inşa döneminde, Müslüman kültüre eklemlemeleri olmuştur. Hadis olarak aktarılan ve geleceği/gaybı haber veren ifadeler "Göklerde ve yerde olan hiç kimse, (yani) Allah’tan başka (hiç kimse), yaratılmışların duyu ve tasavvur alanı dışında kalan gerçekleri bilemez" (Kuran: 27/65) ayeti ile “(Ey Peygamber), sana Son Saat’ten soracaklar, "Ne zaman gelip çatacak?" diye. De ki: "Doğrusu, buna dair gerçek bilgi ancak Rabbimin katındadır. O’nun vaktini, O’ndan başka açığa vuracak kimse de yoktur.” (Kuran: 7/187) ayetleri çelişir.
Bu veriler ışığında Hicri ikinci asırdan başlayarak inşa edilen dinî kültürü, din olarak Müslümanlara servis etmenin doğru olmadığını düşünüyorum. Yeterince sorunla yüz yüze yaşayan Müslüman dünyayı atalet ve tembelliğe yönlendiren ezoterik dindar mesihçilerin; “Mesih bir an önce gelsin ve Arz-ı Mevud’a sahip olup Kutsal Süleyman Mabedi’ni inşa edelim” diye en acımasız savaş güçleriyle soykırım yaparak “Tanrı’yı kıyamete zorlayan” siyonist evanjelistlerden ne farkları var?
Müslümanları olağanüstü ezoterik ve mistik meselelerle meşgul etme geleneği maalesef yeni değil. İlk gençlik yıllarımdan itibaren bu masalsı ve efsanevi hikâyeleri hep dinlemişimdir. Bu anlamda işittiğim ilk hikâyenin zamanı, zihnimin bulutsu bir bölgesinde parlayıp sönüyor. Baba dostu bir Kore gazisi “Bir tepedeydik. Manga tam siper çatışmada. Mermilerimizin bittiğini ve düşmanın hızla üzerimize geldiğini görüyorum. Esir düşeceğiz endişesiyle kalbimiz çarparken beynimiz zonkluyor. ‘Yeşil Sarıklı’ piri fani bir pir belirdi ve bizi tepeden indirdi.” Kıbrıs çıkarması yıllarında mezarlarından çıkıp cepheye gidenden; yakıtı biten, uçak kokpitinde görünüp uçağı indirene, ziyaretine gidilen “Efendi Hazreti”nin evinde olmayışına kadar … pek çok hikâye anlatıldı. Bu anlatıların bir kısmının kitaplaştırılarak satıldığını da hatırlıyorum.
Bu masalsı ve ezoterik olağanüstülüklerden beslenen dindar çevreler, maalesef Mâtürîdî itikadına mensup Müslümanların zihin dünyalarını olumsuz etkileyen fikirler pompalamakta ve dinî mecrasından koparmaktalar. Yukarıda kısaca çerçevesini çizdiğimiz mesihçi dindarlığın Müslüman kaynaklarda belirmesinin tarihi ve konuya dair ayrıntılı bilgiyi İslam Ansiklopedisi’nin ilgili maddelerine bakarak öğrenmek mümkündür. Ayrıntılı bilgiye ihtiyaç duyanlar İlahiyat Fakülteleri yayınlarına bakabilirler. Merhum Yaşar Kutluay’ın İslam ve Yahudi Mezhepleri ile Prof. Dr. İbrahim Sarmış'ın Hz. İsa ve Mesih İnancı isimli kitapları en rahat ulaşılacak kaynaklardandır.
**
ABD, Fransa, Almanya, İngiltere ve siyonist İsrail kuvvetlerinin dayanışmasıyla organize edilen Haçlı ordusu, Gazze’de hedef gözetmeksizin soykırım yaparak Müslüman dünyayı aşağılıyor. BM kararlarını çöpe atıyorlar. Askeri, silahı, uçağı, füzesi, tankı ve topuyla havadan, karadan ve denizden Gazze’ye zulüm ve ölüm yağdırarak soykırım yaparken Gazze’ye Mehdi beklemek yerine insanlardan, insanlık beklemek ve geçen hafta yazdığımız “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” şuurunda, açık ve cesur zihinlere ihtiyacımız var.