Gülen Hareketi mensuplarının hazırladığı “Hizmet Gönüllülerin Perspektifinden Hizmet Medyasında Kürt Sorununun Görünümü” raporu, hareketin aslında Kürt sorunu konusunda ne kadar sorunlu olduğunu ortaya koyuyor.

İstanbul Enstitüsü tarafından “Demokratikleşme ve İyi Yönetişim Programı Araştırma Grubu”ndan 16 kişilik bir iç ekibe Eylül 2014’te hazırlattığı rapor, ne yazık ki kamuoyuna açıklanmadı. Bu raporun açıklanmaması bana hareket içerisinde güçlü olan paralel yapının direncinden kaynaklandığını düşündürüyor, bu rapor açıklanmayana kadar da bunu böyle düşüneceğim.

Raporu bir kişiye emanet edildiği için gördüm ve sadece kapağının fotoğrafını çekmeme izin verdiler. Raporun içeriğini iki defa okudum ve öncelikle şunu ifade edeyim, bu raporu okuduktan sonra Gülen Hareketi’nin neden çözüm sürecine itiraz ettiğini anlamadım. Çünkü rapor AK Parti politikalarının ne kadar doğru olduğunu ve açılım sürecinin ne denli hayati olduğunu teyit ediyor. Özellikle Zaman grubunda yazan bazı kalemlerin bu rapordan haberi olsa sanırım yazdıklarını silmek için kezzap suyu kullanırlardı.

Bu rapor kamuoyuna açıklansaydı Kürt sorunu noktasında hareketin aslında nasıl ikircilikli bir dil kullanıldığı, “Tek Türkiye” vb. isimlerdeki dizilere nasıl itiraz edildiği, Gültekin Avcı başta olmak bazı yazarların bu konudaki yaklaşımlarının nasıl rahatsızlık oluşturduğunu görecektik. Kürt sorunu bağlamında en çok tepki toplayan yazarın Gültekin Avcı olduğu raporda ifade edilirken, özellikle KCK ve Roboski başta olmak üzere atılan manşetlerin ne kadar rahatsızlık verdiği anlatılıyor. Zaman gazetesi yazarı Kerim Balcı’nın geçen Şubat’taki “Kürt Meselesinde Duruş” yazısı aslında bu raporun bir özeleştirisi gibi. Balcı anlaşılan rapordan haberdar ve Kürt meselesinde içerideki farklı görüşlerle ilgili şunu dile getiriyor: “Kürt meselesi gibi münazaalı bir konuda herkes bir düşünemez. Hizmet’te de millette olduğu kadar farklı görüşleri olanlar vardır. Mesele imani bir mesele değil ki vahdet-i rey olsun…”

Balcı aslında bu tartışmaların yapıldığını ve bu noktada kendilerinin affedilmesi gerektiğini şöyle özetliyor: “Hizmet’in davası kalplerin bir olması davasıdır. Biz muhabbet fedaileriyiz. Sevgi, bütün nefretlerin üstesinden gelir. Arada, kendi cahiliyetimizden kalma adetlerimizle yaptığımız hatalar varsa –ki var– biz af dilemesini de biliriz, gönül almasını da… Kürtler de cümle alem şahittir, afüv bir millettir…”

İşin ilginç yanı dar bir çerçevede hazırlanan rapordan Zaman yazarları ve hareketin ileri gelenleri başta olmak üzere çok az kimsenin haberdar olması.

Daha çok hareketin Kürt kanadındaki kişileri tarafından hazırlanan rapor, özellikle Kürt mensuplarının itirazlarını yansıtmış ve mevcut devam eden dil ve yayınlardan duyulan rahatsızlık dile getirilmiş.

Rapordaki en ilginç değerlendirmelerin başındaki “Afrika’da zenci olabildik; ama Kürdistan’da Kürt olmayı beceremedik” cümlesi… Bu cümle aslında tabana rağmen bu politikayı kimin oluşturduğunu da sorguluyor.

Raporda belirtilen bir diğer husus da Kürtçenin mutlak suretle ikinci resmi dil olması. Neden olması gerektiği raporda uzun uzun anlatılırken, Irak Kürdistan Federe Bölgesi’ne de atıf yapılmış.

Raporda, KCK operasyonları sırasında sergilenen tavır ve atılan manşetlerin hakkaniyetli olmadığı ifade edilerek aslında bir nevi günah da çıkarılıyor.

Okuma ve etüt salonları başta olmak üzere “din birliği siyaseti”nin işe yaramadığı; çünkü Türk-İslam sentezinin ağır bastığı ve bunun terk edilmesi ile seçim barajının indirilmesi gerektiği dile getirilen başka görüşler. Yerel yönetimlerin desteklenebileceğinin ifade edildiği raporda “ama” ile devam ediliyor: “Bunun zulme dönüşmemesi gerek!”

Belki de en ilginç analizlerden biri; PKK ile yürütülen diyaloglara verilen sert tepkinin doğru olmadığı ve bunun terk edilmesinin lazım geldiği.

Eğer Gülen Hareketi bu raporu kamuoyuna açıklayabilme cesareti gösterir ve geçmişte Abant toplantılarında yaptığı gibi bunu tartıştırabilirse bu Türkiye’nin hayrına olur; ama sanırım içerisindeki Paralel Yapı buna müsaade etmez. Normalleşmeye katkı vermek istiyorsanız bu raporu açıklayın.

RESMİ TARİH

ALGISINI ÇANAKKALE’DE

YIKMAK

Çanakkale’de her yıl yapılan törenlere Yeni Zelanda’dan tutun çok farklı coğrafyalarından insanlar gelir ve anma gerçekleştirir. Peki, bir ümmet imtihanı olan Çanakkale’de biz neden anmaları ümmet coğrafyalarına açmıyoruz. Gazze’nin, Keşmir’in, Patani’nin, Moro’nun, Kürdistan ve Türkistan coğrafyalarından gelenleri neden Çanakkale’de buluşturmuyoruz?

Araplara “Osmanlı sizi sömürdü” diyen zihniyet, bize de “Araplar sizi arkadan vurdu” dedi. Şimdi bunu yıkmanın en iyi yolu Çanakkale’den geçiyorsa gelin Çanakkale’yi birliğimizin yeniden kalesi yapalım; ama herkesi orada ayırmadan yan yana getirerek. Duaları Arapça, Türkçe, Kürtçe, Urduca, vb. dillerde yapalım ve o bilinci hep beraber oluşturalım…

HALEPÇE ÜMMET

COĞRAFYASININ

YETİMİ Mİ?

Halepçe’de en ağır insanlık suçlarından biri işlendi. Elma kokulu ölüm, Kürtlerin üzerine yağdırıldı. Acı halen Halepçe başta olmak üzere her yerde en ağır travma ile yaşanıyor, ama ne yazık ki acılar bile hatırlanırken, kafamızdaki sınırlar hepsi için aynı refleksi göstermiyor. Keşke Doğu Türkistan ve Hocalı katliamları için HDP’li belediyelerin de anma yaptığını görebilsek, keşke aynı şekilde Türkiye’deki belediyelerin de Halepçe’yi geniş katılımla andığını görebilsek, kafamızdaki hapishaneleri yıkabilsek ve yarına adanmış sağlıklı bir dal gibi uzayabilsek.

Açılım sürecinin konuşulduğu bugünlerde Halepçe Katliamı’nın Türkiye’nin her yerinde anılması gerekmez miydi? Sadece Malatya Yeşilyurt Belediyesi, Halepçe Belediye Başkanını getirdi ve Halepçe için özel bir program yaptı. Keşke dilimizden düşürmediğimiz “Haksızlık kimden kime karşı gelirse gelsin karşı çıkmak” sözünü pratikte Halepçe için de Hocalı ve Doğu Türkistan için de gösterebilseydik. Geç kalmış sayılmayız, katledilenlerin ruhunu bir Fatiha okuyarak işe başlayabiliriz.