Dün Irak’ta, Afganistan’da, Yemen’de, Suriye’de gördüğümüz acı tablolara bugün Ukrayna’da şahit oluyoruz.  Akdeniz kıyılarına vuran Aylan bebeğin sırt üstü yatışı hepimizi tuş etmişti. Bombardıman tozlarıyla bembeyaz olmuş Ümran yavrunun duruşu karşısında yüreğimiz dağlanmıştı. Acıların tarifini kelimelerle yapmak mümkün değil. Yemen’de açlıktan ölen binlerce çocuk bizi kahretmişti. Zayıflıktan eriyerek özü olan toprağa dönen masumlar için cennet kapıları her zaman açıktı.  Afgan dağlarındaki, Necef çöllerindeki çocukların feryadı dünyada çok yankı bulmadı. Hatta hiç! Kendi seslerine kendileri nefes oldu zavallılar. Oysa bütün bu acılar, kahpe dünyanın gözü dönmüş alçakları tarafından taammüden işlenen cinayetlerdi. Bütün bunlar ne dünyanın geri kalanı ne de çevre ve benzeri faaliyetler için protestolar yapan insan hakları örgütleri için bir mana ifade etmedi. İşittiler duymadılar, gördüler anlamazdan geldiler. Çünkü ölenler “ötekilerdi.”

Bugün Kiev’de sığınakta gözünü açan yavrular kulaklarında bomba sesleriyle dünyaya hoş geldiler! Annesinden babasından ayrılmak zorunda kalan çocukların masum direnişi karşında dayanabilen vicdana da aşk olsun. Yürek burkan görüntüler karşısında hiçbir şey yapamadan seyirci kalmak bana çok dokunuyor. Sizin hâletiruhiyenizi bilmiyorum ama beni sorarsanız hiç iyi değilim. Zaten virüs nedeniyle kahpe dünyada yeterince acı ve sıkıntı yaşadık. Hüzünlendik, burulduk, üzüldük biraz da olgunlaştık sanki. Eski zaman şen şakraklığından eser yok şimdi.

Haberlerde polis olan babasından ayrılmak istemeyen çocuğun babasının kaskını yumruklaması sırasındaki yüz ifadesini kelimelerle anlatabilir misiniz? Babasını bırakması için annesi tarafından uzatılan çikolatayı eliyle itmesi ne asil bir davranıştır. Ya annesi tarafından yolcu edilen ve 1000 kilometre mesafe alarak yurdunu terk eden 11 yaşındaki çocuğun duygularına tercüman olabilir misiniz? Sadece çocuklar mı? Ocağı, aşı, yuvası, yurdu tarumar edilen insanların yaşadığı acıyı nasıl tarif edeceğiz. Tarif etsek hangi gerçeği değiştireceğiz. Babasının kaskına vuran çocuk kadar cesur ve onurlu durmayan dünyanın akıbeti nice olur bilmiyorum. Küçük menfaatler için ötekinin ocağına incir ağacı dikenlerin bir gün kendi ocakları da sönecek ancak ses çıkaran kimse olmayacaktır.

Habertürk yazarı, gazeteci Kemal Öztürk sınırdan geçen insanların hikâyelerini bütün detaylarıyla anlatıyor. Kemal Bey gazetecilik adına çok önemli bir iş yapıyor, oturup ekranlardan bilmediği yerler hakkında yorum yapmak yerine cepheye giderek yaşananlara şahitlik ediyor.  Tek tek insanların dramlarını anlatarak savaşın dehşetli yüzünü ortaya çıkarıyor.  Bilmiyorum bu acı tablolar işgalciler için ne ifade ediyor?

Hayatın söz konusu edildiği yerde ekonomik ambargo açıklamaları bana tuhaf geliyor. Ukrayna’yı kendi yanlarına çekmek isteyenler, hiçbir şey olmamış gibi mezarlıkta ıslık çalıyorlar.  Bu ıslıklar ölülerin de dirilerin de umurunda değil. Dilerim ben yanılırım. Yanılsam bile öldürülen binlerce masumun hesabını kim soracak, kim verecek?

Sivas yöremizin anlamlı türküsü ile sözümüzü bağlayalım.

“Kahpe felek sana nettim neyledim,

Attın gurbet ele parelerimi.

Akıbeti beni sılamdan ettin,

Kestin mümkünümü çarelerimi.

Aman aman dağlar duman geçti zaman ben varamam.

Aman aman dağlar duman halim yaman.