DERİN kesilmiş bir tırnak acısıdır Filistin kalbimizde. Neyi tutsak, nasıl dokunsak sızlayan…

O kutlu belde için zikrimiz coşarken, fikrimiz koşar adım giderken, adımlarımız mukim bir ağıda tutsak nicedir! “Et tırnaktan ayrılmaz” derler, ancak tam yüz yıl önce ayırdılar bizden Filistin’i.

1915’te başlayan I. Dünya Harbi, nam-ı diğer “Osmanlı topraklarını paylaşım savaşı” esnasında Filistin’de İngilizlere karşı mücadele veren bir Türk askeri, günlüğüne şu satırlarla not düşer:

“Müfreze tam bir sürat ve mükemmeliyetle toplanıp yola düzülmüştü. Filistin’in kahraman anaları Zedud köyünden geçen yolun iki tarafına dizilmiş, ellerinde bakır bakraçlarla askerlerimize su, süt ve yoğurt ikram ediyorlardı. Bu fakir Arap köyünün asil evlâtları, ana vatan uğruna kurban giden Türk çocuklarına, yaprakları üzerinde taze koparılmış portakallar ikram ettiler. Ve müfreze köyden ayrılırken, ateşin bir mahfaza içinde saklanmış inciler gibi gözüken beyaz dişlere ve derinliklerinde zekâ kaynayan güzel, koyu siyah gözlere sahip cevvâl Arap kadınları, eski bir geleneğe uyarak arkamızdan bağırıyorlardı: ‘Geriye dönmeyin, bizi düşmana çiğnetmeyin.!’ Ve sonu gelmeyen zılgıtlar…”

Yıl 1917’ydi ve Filistin, İngiliz ordularının zimmetine geçmişti. O gün bugündür dinmedi Filistinli kadınların çektiği zılgıtlar. Öyle ki, bir gece vakti ruhumuzu kuşatan o seslerin ıstırabı ile uyanıverdik. Kefensiz defnedilen yavrulara kalbimizi kabristan eyledik.

Yetmiyor uzaktan geçilen bu acı, bu ıstırap. Derde deva, sadre şifa olmuyor oturduğumuz yerden, konfor içindeyken üzüntüye gark olmak.

Rahatımızı bozup yollara düşmek gerek. Filistinli kadınların acı çığlıklarla “Geriye dönmeyin, bizi düşmana çiğnetmeyin!” çağrısını dün gibi ruhumuzun derinliklerinde hissedip yollara düşmek gerek!

İsrail, Filistin ve Türkiye arasında diplomatik girişimler devam ederken, bizler Müslüman kimliği, kulluk kariyerimizle kollarımızı sıvayıp müdahil olmalıyız. Evet, rahatımızı bozup yollara düşmeliyiz. Topla tüfekle değil, iman ve inançla geçtiğimiz “Besmele”lerle düşmeliyiz yollara.

Düşmeliyiz ki, Yahudi mezalimi altında inleyen Müslüman kardeşlerimizin yasını tutmaya razı olmak yerine, varlığımızdan güç devşirmeleri, umut tazelemelerini sağlamaları için varalım Kudüs’e. Mescid-i Aksa’da durup kıyama, zulmün cirit attığı mekândan ulaştıralım dualarımızı Allah’a.

Korksun zalimler! Korksun İslâm coğrafyalarını illegal gerekçeler ve küstah sebeplerle işgal ederek hak iddiasında bulunan menfaatperest Haçlılar!

Yüzbinler olup gidelim. İsrail askerlerinin gözlerinin içine, inancımızdan süzdüğümüz kararlılıkla bakalım! Varlığımız, sayımız onların kalbine korku düşürmeye yetecektir. Zira hileden gayrı üstünlükleri olmayan Siyonistler korkaktır!

Korkak olmasına korkaktırlar, amma gayretsiz varlığımızdan değil! Uzaktan uzağa maraza dönüşmüş söylemlerimiz onları korkutmaya yetmediğindedir o kutlu beldede gösterdikleri cüret.

Öyleyse söylediğimiz sözü, attığımız sloganları fikre, fikrimizi fiile, fiilimizi birlikteliğe dönüştürmeliyiz ki korkudan titresin Yahudilerin ve iş birlikçisi ABD’nin eli ayağı!

Dikkat kesilmeliyiz! ABD ve İsrail’in ortaklaşa düzenledikleri basın toplantısında açıkladıkları plan ve harita tüm Müslümanları küçümseyen cüretkâr bir küstahlıktır! İslam âlemine meydan okumaktır! Üstelik hiçbir hukuki mesnedi olmayan, gürültülü özgürlük senaryolarına, uluslararası insan hakları beyannamelerine, Birleşmiş Milletler Anlaşmasına aykırıdır!

Siyonistlerin bu cüreti “one minute” yürekliliğini hepimizin ayrı ayrı kendi nabzımızda hissetmesiyle topyekûn bir sahip çıkışla cevap bulmalı.

Kudüs tüm Müslümanların kalbinde taşıdığı bir yaralı ceylandır! Sızısı dinmeyen yaramızdır! Zalimlerce her daim kanatılan bu yara ancak “yüzyılın hürriyet anlaşması” olarak tarihe geçerek şifa bulacaktır!