Raşit halifelerin ikincisi olan Hz. Ömer, İslam siyaset teorisindeki seçim yöntemlerinden birine meşruluk kazandırarak iktidara gelmiştir. Bu yöntem, veliyyü’l-aht (veliaht) yöntemidir ki Hz. Ebubekir çeşitli istişarelerde bulunmak suretiyle Hz. Ömer’i kendi yerine atama yoluyla seçmiştir. Başlangıçta Onun mizacının sertliğinden endişe edenler, adaletini, hakkaniyetini ve hassasiyeti gördüklerinde selefini minnetle anar olmuşlardır.

Ebu Abdullah, ilk halifenin seçiminde de kritik bir rol almıştır. Zira Ensar ile muhacir arasında hatta Ensar’ın kendi arasında meydana gelebilecek bir ayrışmanın önüne, Hz. Ebubekir’e biat ederek geçmiştir. Hilafetin, Peygamberin kabilesi olan Haşimîlerin hakkı olduğuna dair Şii teori ise sonradan uydurulmuş, spekülatif, kullanışlı bir siyasi enstrüman olmaktan öte anlam taşımamaktadır. 1924 senesinde ilga edilinceye kadar hilafetin bir özelliği olarak kalan ve tümüyle tarihsel nitelikli iken evrenselleştirilerek müzmin bir probleme dönüştürülen “Kureyşîlik” meselesi, biraz da Haşimîliğin anti tezinden ibarettir.

Hz. Ömer, hilafeti esnasında Allah Resulü’nün sözlerini muhtevi bir Sünen kitabı derlemeyi düşünmüş ancak bunun Kuran’ın geri plana atılmasına yol açabileceği ihtimaline karşı vazgeçmiştir. Bu sebepten hadis rivayetini belli bir dönem yasakladığı, çok hadis rivayet eden sahabileri uyardığı mervidir. Kendisi ise tamamı dini yaşantıyla ilgili 539 hadis rivayet etmiştir. Bu, Onun nazari meselelerden ziyade dinin pratik ayağına, hayata dönük kısmına ne kadar önem verdiğinin delilidir.

Halife Ömer, İslam dininin ikinci temel kaynağı olan Sünnet’in teşekkülünde ve fıkıh metodolojisinin gelişmesinde, devrim niteliğinde içtihatlara imza atmıştır. Çünkü Sünni gelenekte, Sünnet sadece peygamberin fiilleriyle sınırlı değildir. Sahabenin hatta kimi ulemaya göre Tabiin diye adlandırılan sonraki jenerasyonun eylemleri ve söylemleri de Sünnet kavramının tanımı içerisinde kalır. İşte bu noktada özellikle Hz. Ebubekir ile birlikte bahusus II. Halifenin uygulamaları, daha bir ehemmiyet kesp etmektedir. Haddizatında O, “Sizden önceki toplumlarda, Allah’ın kalplerine ilham verdiği kimseler vardı.  Eğer benim ümmetimden de böyle kimseler varsa muhakkak Ömer, onlardandır.” iltifatına mazhar olmuş biriydi.

Raşit halifelerin özellikle “şeyhân” şeklinde nitelenen ilk ikisinin fıkhi içtihatlarını benimseme yöntemi, sahabe sonrası nesilde temel esaslardan biri haline gelmişti. Ancak içlerinde en devrimci uygulamalara imza atan Hz. Ömer idi. Onun sünnet anlayışı, hiç bir zaman formel ve yüzeysel bir sathiliğe hapsolmamış, her zaman için hikmeti ve maslahatı esas almıştır. Dünden bugüne fıkıh alanında, dini hayata hakim kılma adına, başta kıyas yöntemi olmak üzere metin merkezli yerine, insan merkezli bir paradigma gelişmiş ise bunda Hz. Ömer’in rolü tartışmasızdır.

Gayr-ı müslimlerle ilişkiler konusunda o kadar titizdi ki Kudüs fethedildiğinde mabetlere dokunmamış, inanç özgürlüğüne dair nebevi misyonu sürdürmüştü. Namaz vakti girdiğinde, kilisede namaz kılabileceğini söyleyen rahiplerin teklifini, “Ömer, burada namaz kılmıştı” denilerek ilerde camiye dönüştürülebilir endişesiyle reddetmişti. Şam fethedildiğinde ise Yuhanna kilisesinin yarısı İsevilere bırakılırken diğer yarısı camiye dönüştürülmüştü. Mecusilerin tapınağı olan ateşgede’lere de farklı davranmamıştı.

O, yolsuzluk ve usulsüzlük hususunda da rikkat sahibiydi. Atadığı valilerin mal varlığını her yıl tespit ettirir ve artış olup olmadığını denetlerdi. İslam dünyasının manzarasına bakınca bugün böyle emirlere ümmet ne kadar muhtaç değil mi!

Adaletiyle tarihe adını yazdırmış bir Halifenin, verdiği adil bir hükümden doğan husumet üzerine şehit edilmiş olması da ayrıca manidardır! Yaralanıp da davasına omuz vermekten onur duyduğu peygamberine kavuşmayı beklerken namaz kıldırmak için yerine, onca sahabi arasından Rumî bir sahabi olan Süheyb bin Sinan’ı bırakması, tarih boyunca Kureyş’in bugünse Arapların efdaliyetine dair nutuk çekenlere verdiği son derstir. Son arzusu; her seslenişinde “Anam babam sana feda olsun” diye mukabele ettiği sevgili dostunun ayak ucuna defnedilmekti. Hz. Aişe bu isteği geri çevirmedi. Kendi takvimi 26. yılı gösterirken sağken “şarkı, yolcunun azığı cümlesindendir” diyen ümmetin emiri, tevhit bestesinde Hakk’a yürüdü.

Allah O’ndan razı olsun.

Bayramınız hayrola!