İktisadî düşünce tarihinin odak noktası, İslâm âlim ve düşünürlerinin, kaynağını şer‘î delillerin çizdiği iktisat teorisi hakkındaki düşüncelerini, yaklaşımlarını ve tasavvurlarını incelemek üzerinedir. O halde her bir âlimin düşünce dünyasını incelemek adına yola çıkmadan önce atmamız gereken son bir adım daha kalmıştır. Bu adım da şer‘î deliller çerçevesinde ortaya konan iktisat teorisi ana hatlarıyla incelemektir.

İktisat teorisini ana hatlarıyla ortaya koymak adına atacağımız birinci adım şer‘î deliller meselesine değinmektir.

Dinin itikadî, amelî ve ahlâkî hükümlerinin bir kısmı iktisadî esaslara (iktisat ilmi) işaret etmektedir ki işte bu iktisadî esasların her birisi şer‘î deliller çerçevesinde ortaya konan iktisat teorisidir. Dikkat ederseniz teoriyi ortaya koymak şer‘î deliller marifetiyle mümkündür. O halde “teori” kelimesini kullanmak sizi yanıltmasın. Şer‘î deliller içerisinden aslî deliller; Kur’an-ı Kerîm, Sünnet, icmâ ve kıyas ; şer‘î deliller içerisinden fer‘î deliller istihsân, istislâh, örf, sedd-i zerâi‘, şer‘u men kablenâ, sahâbî kavli ve istishâb şeklindedir. Meselenin geri kalanı fıkıh usûlü ilminin konusudur.

İktisat teorisini ana hatlarıyla ortaya koymak adına atacağımız ikinci adım irade ve kudret meselesine değinmektir.

Ehl-i sünnet, terim olarak Resûlullah (sas.) ve ashâbın, dinin esasları ve ilkeleri çerçevesinde takip ettikleri yolu benimseyen kimseleri ifade eder. Allah Teâlâ’nın Fiilleri bağlamında bilinmesi gerekir ki kulların fiillerini yaratan Allah Teâlâ’dır. Âlemde meydana gelen herşey hakikatte O’nun fiili, yapıp ve yaratmasıdır. O’ndan başka yaratan ve O’ndan başka hâlden hâle çeviren yoktur. İnsanları ve insanların yaptıklarını O yaratmış, onların kudret ve iradelerini gerçekleştirmiştir.

Ra'd Suresi 16. ayetine bakalım,

“.....De ki: “Her şeyi yaratan Allah’tır. O birdir, karşı konulamaz güce sahiptir.”

İnsanın bir fiili istemesi, kesin kararlılık ve azim içerisinde o fiile doğru yönelmesi yani irade koyması elbette cüzî bir irade taşıdığının göstergesidir. Ancak insanın, o yönde irade koyabilmesine müsaade eden yani kararlılık ve azim içerisinde o yöne doğru yönelmesine müsaade ederek o iradeyi yaratan da Allah Teâlâ’dır.

Kehf Suresi 29. ayetine bakalım,

“...Artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin...”

Özetle kulların fiileri iki kısımdır. Birinci kısımdaki işler doğrudan İlâhî iradeye bağlı olarak Allah Teâlâ’nın takdiri ve yaratması ile olanlardır. İkinci kısımdaki işler kullara bahşedilen irade ve kudrete bağlı olarak Allah Teâlâ’nın takdiri ve yaratması ile olan işlerdir.

İşte insanların, bu fiillerinden sorumlu tutulmasının sebebi irade koyması ve imkânların bulunmasıdır. Başka bir deyişle Allah Teâlâ, insana akıl, irade ve kudret bahşetmiştir ki insan bu vasıtalarla eylemlerini kendisi yapmakta, bu yüzden bu eylemlerinden dolayı sorumlu tutulmaktadır. Unutulmaması gereken Allah Teâlâ’nın sınırsız ve eksiksiz bir yaratma vasfına sahip olduğudur. İnsan fiilleri bakımından sınırlıdır, ancak Allah Teâlâ’nın bahşettiği akıl, irade ve kudret sayesinde fiillerini yapabilmektedir.

Ancak bu çerçeve Allah Teâlâ’nın buna mecbur ve zorunlu olmasından değil, âdetullah (sünnetullah) adı verilen ilâhî kanununu bu şekilde tertip etmesinden kaynaklıdır. O halde fiilî tercih ve seçim (kesb) kuldan, yaratmak ise (halk) Allah Teâlâ’dandır.