11-12 Temmuz tarihinde Litvanya’nın Vilnius şehrinde, kritik bir NATO zirvesi gerçekleştirilecek. Üye devletlerin hükûmet ve devlet başkanlarının katılması beklenen zirvenin kuşkusuz en önemli gündemi ise İsveç’in ittifaka katılım talebine, Türkiye’nin ne şekilde cevap vereceği olacaktır.

Hatırlanacağı üzere, 24 Şubat 2022 tarihinde Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırı başlatmasından sonra, Rusya’nın kuzey komşuları olan Finlandiya ve İsveç, uzun süredir devam eden tarafsızlık pozisyonlarından vazgeçerek NATO’ya katılmak için başvuru yapmışlardı.

Türkiye ise bu iki ülkenin üyeliğini; genel olarak NATO’nun açık kapı politikasını desteklemekle birlikte, Türkiye için tehdit oluşturan FETÖ/PDY ve PYD/PKK gibi terör örgütlerine destek verdikleri gerekçesiyle onaylamayacağını deklare etmişti.

Türkiye’nin bu tutumu üzerine, Haziran 2022 tarihinde Madrid’de icra edilecek zirveden istifade ile NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in kolaylaştırıcılığında, 28 Haziran’da Türkiye ile Finlandiya ve İsveç arasında üçlü mutabakat zaptı imzalanmıştı.

Üçlü muhtıra olarak bilinen bu anlaşmayla Finlandiya ve İsveç; Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturan terör örgütleriyle etkin mücadele sözü vermiş ve bu kapsamda bazı kanuni değişiklikler yapılacağı taahhüt edilmişti. Ayrıca Türkiye’ye yönelik devam eden askerî ambargoların sonlandırılması da vaat edilmişti.

Finlandiya, aradan geçen süre zarfında taahhüt ettiği kanuni düzenlemeleri hayata geçirip, bahse konu terör örgütlerine karşı etkin mücadele konusunda, Türkiye ile yakın iş birliği göstermiştir.  Türkiye de bu gelişmeye kayıtsız kalmamış ve 17 Mart 2023 tarihinde Finlandiya’nın üyeliğinin onaylanacağı açıklanmıştır.

Bu sayede Finlandiya, 3 Nisan 2023 tarihi itibarıyla 31. üye olarak NATO’ya katılmıştır. 

İsveç ise bu süreçte üçlü mutabakatın şartlarını yerine getirmediği gibi farklı kanallardan Ankara’ya baskı yaparak/yaptırarak, üyeliğinin onaylanmasını sağlamaya çalışmıştır.

Bu yetmiyormuş gibi, her ne kadar mutabakatla ilgili olmadığı ileri sürülse de Ankara tarafından bir samimiyet testi olarak algılanan Kur’an-ı Kerim yakılması veya yırtılması olaylarına izin vermiş ve dinî değerlere yapılan bu eylemleri, düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirerek, Ankara’nın bu eylemleri sineye çekmesini beklemiştir.

Terörle mücadele kanunlarında değişikliğe giden ve eskisine göre terör örgütlerinin finansmanını ve hareket alanını kısıtladığını ileri süren İsveç, Ankara’nın iadesini talep ettiği terör örgütü üyelerinden hiçbirisini vermemiştir. Buna rağmen her fırsatta mutabakattan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirdiğini iddia eden İsveç yönetimi, artık NATO’ya kabul edilmeleri gerektiğini sık sık dile getirmiştir. 

Maalesef NATO Genel Sekreteri de İsveç’in bu hezeyanlarına kapılarak, Türkiye’ye yaptığı ziyaretlerde veya diğer muhtelif etkinliklerde yaptığı konuşmalarda, İsveç’in NATO’ya girmek için üzerine düşeni yaptığını ve Türkiye’nin bu konuda olumlu bir adım atmasını beklediğini ifade etmiştir.

NATO üyesi diğer AB ülkeleriyle ABD de benzer bir tutum sergileyerek, Türkiye’nin direncini kırmaya çalışmışlardır. Hatta bazı ABD’li kongre üyeleri ve senatörler, Türkiye’nin ABD’den talep ettiği Blok 70 F-16 uçaklarının satılması için Türkiye’nin, İsveç’in üyeliğini onaylamasını şart koşmaya çalışmışlardır.

Buna mukabil Beyaz Saray ve ABD dışişleri bakanlığı, daha mutedil bir tavır sergileyerek bu iki konunun birbirinden bağımsız olduğunu açıklamışlardır. Ancak bu desteğe rağmen F-16’ların satışına yönelik resmi süreç başlatılmamış ve bu konu, muhtemel bir koz olarak yedekte bekletilmiştir.

Türkiye’nin terörle mücadelesine, Batılı sözde müttefiklerinin yeterince destek vermediğine yönelik gelen bir itiraf, aslında Türkiye’nin kararında ne kadar haklı olduğunun göstermiştir. Keza bu itirafın İsveç’in eski dışişleri bakanı olan ve muhtırada imzası bulunan Ann Linde’den gelmesi de ayrıca manidardır.

Eski bakan Linde’nin, İsveç’in SVT kanalına verdiği bir röportajda; hem Türkiye’nin ciddi şekilde terör saldırılarına maruz kalmasını ciddiye almadıklarını hem de PKK’nın finansmanı konusundaki suçlamalarının doğru olduğunu itiraf etmesi, Türkiye’nin İsveç’in NATO’ya üyeliğini bloke etme konusunda ne kadar haklı olduğunu bir kez daha göstermiştir. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın zirve öncesi yaptıkları konuşmalarda, bu konuda yapılan baskılara boyun eğmeyeceklerini ve İsveç’in mutabakattaki taahhütlerini yerine getirmeden kararlarını değiştirmeyeceklerini ifade etmeleri, Vilnius’ta sürpriz bir tutum değişikliği bekleyenleri ziyadesiyle üzmüş gözükmektedir. 

Bununla birlikte hafta içerisinde yaşanan bir gelişme; Türkiye’nin, İsveç’in NATO’ya üyeliğini bloke ederek NATO’ya zarar verdiğini iddia eden bazı çevrelerin suçlamalarını da boşa çıkarmıştır.

Zira NATO’nun yegâne düşmanı olan Rusya ile savaş halinde olan Ukrayna’nın devlet başkanı Volodimir Zelenskiy, iki günlük bir ziyaret için Türkiye’ye gelmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştükten sonra yapılan ortak açıklamada, “Ukrayna’nın NATO’da olmayı hak ettiği” bizzat Erdoğan tarafından dile getirilmiştir.

Dolayısıyla Türkiye’yi Rusya yanlısı olmakla ve bu nedenle NATO’ya zarar vermekle suçlayanların hezeyanları da boşa çıkmıştır. Keza Rusya için Ukrayna’nın NATO’ya katılımı öncelikli tehdit olarak görülmekte, İsveç’in üyeliği ise Ukrayna’nın üyeliğinin yanında değersiz kalmaktadır.

Kaldı ki son dönemde İsveç’in NATO’ya yapacağı sözde katkıyı abartıp, konuyu Türkiye’ye karşı bir koz olarak araçsallaştıranların, Rusya’ya karşı sahada mücadele veren ve bu konuda önemli kazanımlar elde eden Ukrayna’nın üyeliği söz konusu olduğunda, neden bu kadar sessiz kaldıkları da manidardır. 

Ezcümle, Türkiye Vilnius’taki zirvede kararlı duruşunu devam ettirecek ve İsveç’in NATO’ya üyeliğine, üçlü muhtıradaki taahhütlerini yerine getirmeden onay vermeyeceğini tekrar edecektir. Ayrıca son dönemde özellikle İsveç’te cereyan eden Kur’an-ı Kerim’e zarar verme eylemleri nedeniyle Türkiye’nin duyduğu rahatsızlık da muhataplarına birinci elden iletilecek ve bu konuda gerekli önleyici tedbirlerin alınması talep edilecektir.

Türkiye’yi NATO’nun genişlemesi ve güçlenmesini önlemekle suçlayanların ise asıl kendi pozisyonlarını gözden geçirmeleri ve NATO’ya en çok katkıyı sağlayan ülkelerden birisi ve ikinci en büyük ordusuna sahip olan ülkesine haksızlık yapmamaları gerekmektedir.

Aksi takdirde müttefiklik ruhuna zarar veren, ittifakı zayıflatan Türkiye değil onlar olacaktır.