İslam İşbirliği Teşkilatı, son dönemde başta İsveç olmak üzere muhtelif Batılı ülkelerde Kur'an-ı Kerim nüshalarının yakılması veya yırtılması olaylarındaki artış üzerine, dinî nefretin her türlü savunulmasını ve tezahürünü kınayan ve şiddetle reddeden bir tasarıyı gereği için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyine sunmuştu.

Ayrımcılığa, düşmanlığa veya şiddete teşvik teşkil eden dinî nefretle mücadele etmek” başlıklı tasarı, 12 Temmuz 2023 tarihinde BM İnsan Hakları Konseyinde görüşülerek kabul edildi.

Tasarıya 47 üyeli konseyde; çoğunluğu Müslüman ülkelerden oluşan 28 ülke lehte oy verirken, aralarında Belçika, Çekya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Litvanya, Lüksemburg, Romanya, İngiltere ve ABD gibi Batılı ülkelerden 12 ülke ret oyu verdi. Benin, Şili, Gürcistan, Honduras, Meksika, Nepal ve Paraguay’dan oluşan yedi ülke ise oylamada çekimser kaldı.

Kabul edilen “A/HRC/53/L.23” sayılı karara göre Konsey; Kur'an-ı Kerim'e yönelik son zamanlarda alenen ve kasıtlı olarak yapılan saygısız eylemler dâhil olmak üzere, dinî nefretin her türlü savunulmasını ve tezahürünü kınamış ve şiddetle reddetmiştir. Ayrıca tüm sorumlular için, devletlerin uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan yükümlülükleriyle tutarlı bir şekilde hesap verme gereğinin altını çizerek, devletleri; ayrımcılığa, düşmanlığa veya şiddete teşvik eden dini nefret eylemlerini ve savunuculuğunu ele alan, engelleyen ve kovuşturan ulusal yasalar, politikalar ve yasa uygulama çerçeveleri benimsemeye ve hesap verebilirliği sağlamak için acil adımlar atmaya çağırmıştır.

Buraya kadar her şey gayet normal ve alınan karar da bir o kadar isabetli gözüküyor. Ancak tasarıya kimin kabul, kimin ret oyu verdiğine baktığımızda karşımıza maalesef hiç de arzu edilmeyen bir tablo çıkıyor. Zira şimdiye kadar kendilerini demokrasi ve özgürlük havarisi olarak pazarlayan bazı Batılı ülkelerin böylesine temel bir konuda bile gerekli hassasiyeti göstermedikleri ve kendilerinden olmayanların kutsallarına saygıda kusur ettikleri ortaya çıkmıştır.

Zira şimdiye kadar Kur'an-ı Kerim yakılması taleplerine ifade özgürlüğü kisvesi altında izin veren ülkelerin, bu karardan sonra bazı önleyici tedbirlere başvurmaları ve bundan sonra benzer taleplere izin vermemeleri gerekecektir.

Bu haliyle Konseyde alınan kararın turnusol görevi gördüğünü söylemek de mümkündür. Keza karara yönelik yaklaşım son dönemde artan İslamofobinin de kaynağı durumundadır. Çünkü hem Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile garanti altına alınmış olan dinî inanç ve ibadet özgürlüğünün, bu tasarıya ret oyu veren Batılı ülkeler tarafından yeterince içselleştirilemediği ve sadece kendi dinlerinden olanlara tanınmış bir özgürlük olarak algılandığı görülmektedir.

Bu kararın konusu olan İslamofobi’den kaynaklı eylemlerdeki artışı sadece Kur'an-ı Kerim’e karşı yapılan saygısızlıklarla sınırlandırmak da mümkün değildir. Zira özellikle kıta Avrupası’nda aşırı sağ ve Neonazi ideolojinin yükselmesine paralel olarak artan faşizm ve din düşmanlığının hedefine genellikle Türkler ve Müslümanlar oturtulmaya başlanmıştır.

Bu eğilimin bir sonucu olarak Avrupa’daki bazı ülkelerde sözde güvenlik gerekçeleriyle camiler kapatılmış, başörtüsü yasaklanmış, Müslümanların dernekleri ve sivil toplum örgütleri kapatılmış ve özellikle Müslümanların dinî faaliyetleri kısıtlanmaya çalışılmıştır. Bu gibi örnekler bize Batı’da İslamofobinin yoğun bir şekilde kendini hissettirdiğini göstermektedir. 

Her fırsatta Türkiye’ye demokrasi ve düşünce özgürlüğü hakkında vaaz veren Batılı ülkelerin, mevzubahis kendi ülkelerindeki din ve ibadet özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar veya kutsallara yapılan saygısızlıklar olduğunda maalesef kör ve sağır oldukları görülmektedir. Ortaya çıkan bu çifte standart ise Batı'nın en büyük ayıbıdır.    

Bu nedenle İnsan Hakları Konseyinin bu isabetli kararının tüm ülkelerce hayata geçirilmesinin ciddiyetle takip edilmesi elzemdir.

Kerametleri kendilerinden menkul Batılı ülkelerin, evrensel normlardan kaynaklanan insan haklarına istinaden, dinî ayrımcılık ve din düşmanlığına karşı gerekli yasal düzenlenmeleri ivedilikle hayata geçirmeleri mutlaka sağlanmalıdır.

Bir demokrasi projesi olarak lanse edilen Avrupa Birliği ile din ve inanç özgürlüğü hususunda kendine başat bir rol biçen ABD’deki İslam’a ve Müslümanlara karşı bakıştaki olumsuzluğun kökleri yeni olmasa da, bunu bir medeniyetler çatışmasına çevirmeden ve bu coğrafyalarda yaşayan farklı ırk ve dinlerin onlar için bir yük değil, bilakis zenginlik olduğunu anlamaları ve kabul etmeleri için elimizden geleni yapmamız gerekmektedir.

Belki o zaman Batılı ülkeler evrensel normlardan kaynaklanan bu gibi kararlara karşı olmak yerine desteklemeyi tercih edecekler ve bu sayede dünya üzerindeki din düşmanlığından kaynaklı anlaşmazlıklar, çatışmalar veya savaşlar ortadan kalkabilecektir.