ABD Başkanı Joe Biden 18 Ağustos tarihinde,  ABD’nin ara buluculuk tarihinde çok önemli bir yeri olan Camp David’te yeni bir zirveye daha ev sahipliği yaptı. Japonya Başbakanı Fumio Kishida ve Güney Kore Cumhurbaşkanı Yoon Suk Yeol’in katılımıyla yapılan; ABD, Japonya ve Güney Kore üçlü zirvesi bu şekliyle aynı zamanda bir ilk olma özelliği taşıyor.

Zirvenin, ABD’nin Çin’i çevreleme doktrini doğrultusunda 15 Eylül 2021 tarihinde İngiltere ve Avustralya ile imzalamış olduğu AUKUS Paktı’nın devamı niteliğinde olduğu ve ABD’nin bölgedeki diğer müttefiklerinin de yakın zamanda benzer anlaşmalarla sürece dahil olacağı tahmin ediliyor.

Camp David’deki üçlü zirveyi bu kadar önemli yapan ise Japonya ve Güney Kore’nin, uzun zamandır aralarında devam eden anlaşmazlıklara rağmen bölgelerinde yeni tehdit olarak tanımlanan Çin ve Kuzey Kore’ye karşı ABD’nin talebiyle bir araya gelmiş olmalarıdır.

Aslında daha önceki yıllarda ABD ile Japonya ve ABD ile Güney Kore arasında ayrı ayrı anlaşmalarla benzer mekanizmalar kurulmuştu. Ancak her iki ülkenin beraber olduğu bir yapı bulunmamaktaydı. Dolayısıyla yeni yapının, ABD’nin bölgedeki münferit iş birliklerini bir araya getirip toparlama ve bu haliyle de daha etkili bir araç haline getirme niyetinden bahsetmemiz mümkündür. Hatta bu son adımı, ABD’nin muhtemel bir “Asya NATO’sunun çekirdeği” olarak tanımlayanlar dahi bulunmaktadır.

Zirvenin hitamında “Camp David ruhu” başlığıyla yayınlanan uzun sonuç bildirgesinde; ABD, Japonya ve Güney Kore arasında yeni bir üçlü ortaklık sürecinin başlatıldığı ve bu ortaklığın sadece bu üç ülkenin halkının değil, bölgenin ve tüm dünyanın güvenlik ve refahını ilerletmek için kurulduğu vurgulanmıştır.

ABD’nin, Çin’in Hint-Pasifik bölgesindeki denizlerde mevcut statükoyu bozmaya yönelik hamleleri ve Kuzey Kore’nin nükleer silah tehditlerine karşı hem Japonya hem de Güney Kore’ye yönelik genişletilmiş caydırıcılık taahhütlerini, tüm imkân ve kabiliyetleriyle desteklemeye devam edeceğini teyit ettiği bildiride, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı da kınanmış ve kurulan bu ortaklığın Rusya’nın saldırganlığını durdurmak için Ukrayna’ya sonuna kadar destek vermeye devam edeceğine de kuvvetli bir atıf yapılmıştır. 

Bununla birlikte, ortak çıkarlar ve güvenliği etkileyen sınamalar, provokasyonlar ve tehditlere karşı verilecek tepkileri koordine etmek üzere süratli bir iş birliği ve istişare kararlılığı da ilan edilmiştir.

Kurulan yapının sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla; başkan/cumhurbaşkanı veya başbakan seviyesindeki liderler, dışişleri bakanları, savunma bakanları ve ulusal güvenlik danışmanlarının en az yılda bir kez olmak üzere bir araya gelmesine ve bu sürece ilerleyen dönemlerde maliye, ticaret ve sanayi bakanlarının da eklenmesine karar verilmiştir.

Kurulan bu yeni ortaklığı da “Üçlü Hint-Pasifik Diyalogu” ismi verilmiştir.

Bu diyalogun bölgede önemli bir yere sahip olan ASEAN ülkelerini rahatsız etmemesi için de özen gösterilmiş ve kurulan yapının ASEAN liderliğindeki bölgesel mimariyi desteklediği teyit edilerek ASEAN ülkeleriyle de yakın çalışmaya niyetli olunduğu vurgulanmıştır. 

Görüldüğü üzere ABD bölgede attığı adımlarla Çin’i yavaş yavaş kuşatmaya devam etmekte ve bölge ülkeleriyle giriştiği ortaklıklarla Çin’i yalnızlaştırmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda bölgedeki müttefikleri için diğer bir tehdit olan Kuzey Kore de ABD’nin yeni bölgesel tasavvuru kapsamında etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.

Peki Çin bu son gelişmelere nasıl bakıyor?

Öncelikle mevcut Çin Dışişleri Bakanı olan Wang Yi’nin, henüz tekrar bakan olmadan önce 3 Temmuz tarihinde Çin’in kuzeyinde yer alan Qingdao şehrinde yapılan Çin, Japonya ve Güney Kore üçlü forumunda yaptığı konuşmayı hatırlatmak gerekiyor. Wang Yi konuşmasında,  “Çin, Japonya ve Güney Kore olarak eğer el ele verip iş birliği yapabilirsek bu sadece üç ülkenin çıkarlarına değil, aynı zamanda halklarımızın isteklerine de uygun olacaktır. Bu sayede birlikte zenginleşebilir, Doğu Asya'yı yeniden canlandırabilir ve dünyayı zenginleştirebiliriz” diyerek muhtemel bir bölgesel entegrasyon hayalinden bahsetmiştir.

Devamında ise “Yalnızca birleşik ve kendine güvenen bir bölge dış müdahaleleri ortadan kaldırabilir ve sürdürülebilir kalkınmayı başarabilir” diyerek hayalini somutlaştırmıştır. Ancak Wang Yi’nin bu yorumları, Japonya'nın 20. yüzyılda kıtanın büyük bölümünü ele geçirme ve Batı nüfuzunun yerini alma çabasının bir paravanı olan "Büyük Doğu Asya Ortak Refah Alanı" projesini hatırlatması hasebiyle tepki çekmiş ve eleştirilmiştir.

Ne yazık ki Wang Yi’nin bu sözleri pek karşılık bulamamış, Japonya ve Güney Kore bu sözlerin üzerinden henüz iki ay bile geçmemişken; ABD öncülüğünde kurulan Üçlü Hint-Pasifik Diyaloguna katılarak Çin dışişleri bakanını hayal kırıklığına uğratmışlardır.

Wang Yi’nin bölge halkalarının Batılılara yaranmak için yaptıklarını eleştirdiği tarihi sözlerine geçmeden önce Çin’in Camp David zirvesine yönelik resmi tepkisini iletmekte fayda var.

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Uluslararası toplum, çelişkileri kimin yarattığı ve gerilimi kimin körüklediğini çok iyi görmektedir. Çeşitli özel gruplar ve klikler oluşturarak Asya-Pasifik bölgesine yeni blok çatışmaları getirme girişimleri kabul görmeyecektir ve bu gelişme bölge ülkelerinde kesinlikle bir uyanışa ve muhalefete yol açacaktır” diyerek tepkisini göstermiştir.

Şimdi tekrar Wang Yi’nin yukarıda bahsettiğimiz trajik konuşmasına dönelim.

Konuşmanın son bölümü gerçekten ders niteliğindedir. Zira sanki Japonya ve Güney Kore’nin ABD ile imzaladığı üçlü diyaloğu o vakit sezmiş ve bunun ne kadar büyük bir hata olacağını muhataplarına iletmek istemiş olacak ki veciz bir uyarı yapmıştır: “Bölge dışındaki bazı büyük ülkeler ideolojik farklılıkları kasıtlı olarak abartmakta, çeşitli dışlayıcı küçük çemberler örmekte ve iş birliğinin yerine çatışmayı, birliğin yerine bölünmeyi koymaya çalışmaktadır.”

Wang Yi devamında ise “Amerikalılar Çin, Güney Kore ve Japonya'dan gelen tüm ziyaretçileri Asyalı olarak kabul ediyor. Aradaki farkı anlayamazlar ve Avrupa'da da durum aynıdır.” diyerek Batılılar nezdinde Asyalıların hepsinin aynı görüldüğünü anlatmaya çalışmıştır.

Yazımızı Wang Yi’nin aslında sadece Asya’da değil, bizim bölgemizde de geçerli olan bir tehlikeye dikkat çektiği sözleriyle bitirelim.

Saçınızı ne kadar sarıya boyarsanız boyayın ya da burnunuzu ne kadar sivri yaparsanız yapın, asla bir Avrupalı ya da Amerikalıya dönüşemeyeceksiniz; asla bir Batılıya dönüşemeyeceksiniz. İnsanın köklerinin nerede olduğunu bilmesi gerekir.”

Çin’in politikalarını savunacak değiliz ama bu sözün dikkate alınması gerektiğini söylemek de boynumuzun borcu. Varın gerisini siz düşünün…