Sanatçı, sanatına uzak olmamalı, yazdıklarını taşıyabilmeli. Şiiri, şaire yakışmalı. Kendi ve eseri arasında uçurum olanlar, sanatını gözden geçirmeli. Şair ve yazar kalemine muhalif bir ruh halindeyse o eser uçucudur. Ego için, kendini ispatlamak uğruna sanat dünyasına soyunanlar; edebiyatın kalesi olduklarını iddia ederler. İmkânları da istekleriyle buluşunca alkışlar çoğalır. Benim yetiştirdiğim şair ve yazarlar diye başlarlar konuşmalarına dergi ya da yayınevi sahipleri. Kitabım çıksın hevesine hizmet eden bu kaleler “edebiyatçılık” yapmaktan öteye gidemezler.

İyi bir sanatçı duygu dünyasının derinliği ile şekillendirir görme biçimlerini. Güçlü sezgi ve his ilhamla tetiklendikten sonra bilgi yumağına sarılış başlar. Sanatçı kendini besleyecek yönü tayin ettikten sonra disiplinli bir çalışma içine girmelidir. Özgün bir üsluba sahip olmak, ezber bozmaktır. Baudelaire kadar söylemlerinin arkasında olmak, endişe ve kaygı taşımadan Kafka’nın buradayım dediği tonu anlayabilmek. Goethe’nin vurucu ve çarpıcı kanadını kendi ile birleştirmek, azim ve ilhamı Beethoven’de tecrübe etmek. Evet, sanatkâr anlama, görme ve sunumda neyi servis edeceğim kaygısı taşımamalı. Derdini rehber bilen şairler azalınca acı ve yaranın rengi de değişti. Sevgiler alabildiğince tatsızlaştı. Istıraplarımız bile donuk mat sanki. Hüzünler, sevinçler kalbin içinde çalkalanmıyor artık. Duygu evinde kaybolmayı beceremiyoruz belki de. Dolayısı ile bugün şairimiz, şiir kitabımız çok ama şiirimiz yok. Sanat atölyesi ve etkinlik odaklı bir edebiyat dünyamız doğdu ama şiir atölyesinde şair olunmaz, şiir öğrenilir.

“Rüzgârına bir çıban tohumu ektim/Böylece iz bıraktım /Benim mirasıma yeryüzünde.” (GD: 178) dizelerini yazan 22 Ocak 1933 Diyarbakır-Ergani’de dünyaya gelmiş Sezai Karakoç bugün yaşayan en büyük değerlerimizden biridir. “Annem bana gülü şöyle öğretti/Gül o’nun, o sonsuz güneşin teriydi” diyen şair yaşam felsefesini mısralarına aktarıyor. Duru, sakin bir havada kasırgaya yakalanırsınız Karakoç’u okurken.

“Allah kar gibi gökten yağınca” dizesi ile yığılıp kalıyoruz karlı günlerin içine. “Sana bir tabutun çivilerini çakar gibi/Kelimelerini zeytin tanelerin gibi seçerek/Eski bir yazıt gibi birer birer söylemişti/Şam ve Bağdat kırklara karışmıştır/Elde kala kala bir Mekke bir Medine kalmıştır.” Kalbimizi, kalbimize hatırlatır şairin bu dizeleri ve okuyanın yönünü yaratılışa çevirir. Biz yaşayan değil, ölü şairlerin kıymeti bilenlerdeniz. Şairler ve yazarlar ülkenin gururudur. Değerleri işleyen, milli beraberliğe teşvik eden, geçmişin nefesine köprü olan sanatçıların gençlerle buluşmasına imkân tanınmalı.

Geçtiğimiz günlerde bir ezber bozuldu. Şair, yazar ve düşünür Sezai Karakoç’a seksen yedi yaşında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi tarafından, Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim alanında Fahri Bilim Doktoru unvanı verildi. Bu geç kalınmış bir hatırlanma olsa dahi olsa hepimiz çok mutlu olduk. Karakoç’un diriliş çizgisini, gençlerle buluşturan Cumhuriyet Üniversitesi’ne, sevenleri olarak teşekkür ederiz. Üniversite heyeti takdim törenini Karakoç’un Diriliş Yayınları’nın ofisinde yaptı.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Sezai Karakoç: “Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, ürkmeyiniz. İnsanın alın yazısı, ağırlığıyla şartların ötesindedir.” 2020 şiir ve umut olsun hepimize…