Daha uzun bir süre, düşürülen Rus uçağı gündemin birinci maddesi olmaya devam edecek gibi görünüyor.

Elbette ki, normal.

Sonuçta, her gün bir uçak düşürmüyoruz.

Hariçteki ve dahildeki tepkiler çok ilginç ama…

Rusya’nın verdiği reaksiyon başlangıçta anlaşılır düzeydeydi ama kırılan onurlarını nasıl tamir edecekleri konusunda sağlıklı bir yaklaşıma sahip olmadıkları için abarttıkça abartıyorlar.

Birbirini nakzeden açıklamalarla birlikte tehdit dozu hayli yüksek beyanatlar da söz konusu.

Biraz şaşkın, biraz öfkeli, esip savuruyorlar şimdilik.

Batı âlemi, ihtiyatlı olmakla birlikte Türkiye’nin haklı olduğuna dair tespitlerle yetinirken, İslâm dünyası (işbirlikçi rejimler hariç), bu gelişmeden hayli memnun diyebiliriz.

Şu bir gerçek ki, “van minıt”la başlayan ve Mavi Marmara hadisesi ile doruğa varan Tayyip Erdoğan’ın Müslüman halkların “doğal lideri” olduğu hakikati, Rus uçağının düşürülmesiyle perçinlendi adeta.

Tepkilerin ilginçliğinden söz ediyorduk…

Hele de dahildekiler…

Memnun ve mesrur olanları geçiyoruz.

İlginçlik, gayr-i memnun tepkilerde.

Ben “ilginçlik” diyorum siz, ‘şirazeden çıkmışlık’ olarak okuyun.

Paralel İhanet Çetesi’nin bu şirazeden çıkmışlığın üzerine tüy dikeceğini tahminde zorlanmazdık ama ‘Beyaz Türklerin’ bu denli ihanet içerisinde olabileceğine de ihtimal vermiyorduk doğrusu.

Hele CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Putin’e bile parmak ısırtacak denli hiddetlenmesi, anlaşılır ve anlatılır gibi değil…

Oysa, daha dün denecek kadar kısa bir zaman önce, HDP/PKK ile birlikte CHP de “sıkıysa Rus uçağı düşürün!” mealinde sözler sarf ederek hükümeti zor durumda bırakmayı amaçlayan açıklamalar yapmışlardı.

Birden hepsi ‘Rus’çu kesildi!

Medyada konuşlanmış Türkiye düşmanı kurşun askerler, sözde sanatçılar ve aslında irapta mahalli olmayan kalbi hastalıklı bir güruh…

Bunların içinde, Putin’e hitaben; “Ne duruyorsunuz, Türkiye’yi vursanıza!..” diyecek kadar zıvanadan çıkmış kimseler oldu diyeyim de varın anlayın meselenin kesbettiği vahameti…

Yayım yönetmenimiz, bir süre önce, “üslubun karşılıklı olarak çok sertleştiğinden” şikâyetle, “hain”, “alçak” gibi hakaret içeren sözcükler kullanmamamız yönünde bizlerden ricada bulunmuştu, çok haklı olarak.

Buyurun, gelin de, bunlara “hain” ve “alçak” demeyin!

Bir yazarın işi, “hain” ve “alçak” demeden de bu anlama gelecek sözcükler bulabilmektir, farkındayım elbet.

İyi de, yüreğimiz nasıl soğuyacak?

Açık ve aleni bir biçimde kendi ülkesinin ve milletinin aleyhine çalışanların durumunu tespit ederken, bu tavrın lügatteki tek karşılığı olan “ihanet” kavramını kullanmazsak, konuştuğumuz/yazdığımız dil gücenmez mi bize?

Tamam, Üstat Necip Fazıl’dan ilhamla ; “alçaklığın bile bir irtifa ifade ettiğine” gönderme yaparak “alçak” demeyelim ama ihaneti de gözden kaçırmayalım derim ben.

Bununla birlikte, “yuh olsun!” diyerek ortayı da bulabiliriz tabii ki…