Kalk ve uyar emri gelince Efendimiz (sas), âdeta yerinde duramaz hâle gelmişti. Hemşehrilerine maddî, manevî saâdetin yolunu bir an evvel göstermek istiyordu.

Bu sırada, tebliğ dairesini biraz daha genişletip, Safâ Tepesi’nde Mekkeliler’e açıkça peygamberliğini ve İslâm dinini ilân etti.

“Ey örtünüp bürünen (Peygamber!) Kalk ve uyar.

Rabbini yücelt. Nefsini arındır. Kötülükten uzak dur.” (Müddessir 1-5)

Hz. Peygamber (sas) Efendimiz, Hira Mağarası’nda vahiy meleğinin sesini işitip kendisini de görünce korkusundan titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek “Beni örtün, beni örtün!” demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişlerdi. Kolay mı bütün bunlar? Rabbimiz O’nu hangi yetkilerle donatmış ve hangi görevleri vermişti?

İlk 5 ayetin gelişi… Cibril’in OKU deyişi. “Ben okuma bilmem” deyince, kemikleri birbirine geçecek şekilde üç defa sıkılışı…  Eve gelişleri… Beni örtünüz, beni örtünüz deyişleri…

Nasıl dayandı güzel Efendimiz sav?

Bunun ardından, “Ey örtüsüne bürünen!” hitabıyla başlayan Müddessir Sûresi’nin ilk beş âyeti inmiştir. (Buhârî, “Tefsîr”, 74/1-5).

EN GÜZEL DAVETÇİ

“Ey Peygamber! Seni (ümmetinden tasdik edip etmeyenler üzerine) bir şahid, (iman edenlere cenneti) bir müjdeleyici, (kâfirlere cehennemle) bir korkutucu;

Hem Allah’ın dinine ve O’na ibadete O’nun izniyle bir davetçi, hem de nur saçan bir kandil olarak gönderdik.”(Ahzab 45-46)

İşte bu ayet insanı hem düşündürür hem de ağlatır. Allah Rasül’ünün durumu ve konumunu nasıl da belli ediyor.

O, bir çerağ, bir kandil ama aynı zamanda bir şahit, bir müjdeci ve bir uyarıcı.

KALKIP UYARAN PEYGAMBER!

Kalk ve uyar emri gelince Efendimiz (sas), âdeta yerinde duramaz hâle gelmişti. Hemşehrilerine maddî, manevî saâdetin yolunu bir an evvel göstermek istiyordu.

Bu sırada, tebliğ dairesini biraz daha genişletip, Safâ Tepesi’nde Mekkeliler’e açıkça peygamberliğini ve İslâm dinini ilân etti.

Safâ Tepesinde yüksekçe bir taş üstüne çıkan Allah Rasûlü, Mekkelilere yüksek ve gür bir sadâ ile:

“Ey Kureyş topluluğu! Size bu dağın ardında veya şu vadide düşman atlıları var. Sabaha veya akşama, üzerinize hücûm edeceklerini söyleyecek olursam, bana inanır mısınız?”

O âna kadar “Muhammedü’l-Emîn” dedikleri, kendisinden yalan nâmına bir tek şey işitmedikleri, hakikatın dışında hiç bir şey duymadıkları Resûl-i Ekreme hep bir ağızdan,

“Evet, biz senin doğruluğunu tasdik ederiz. Çünkü şimdiye kadar sende doğruluktan başka bir şey görmedik. Sen yanımızda yalan ile itham edilmiş bir insan değilsin.” dediler.

Bu umumî hitabından sonra Resûl-i Ekrem, Kureyş kabilelerinin her birini kendi adlarıyla çağırdı ve konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Öyle ise, ben size, önünüzde gelecek büyük bir azabın bildiricisiyim. Yüce Allah, bana, ‘En yakın akrabalarını âhiret azabıyla korkut’ emrini verdi. Sizi ‘Allah bir, Ondan başka İlâh yok’ demeye davet ediyorum. Ben de Onun kulu ve Raûlüyüm. Eğer, dediklerimi kabul ederseniz, Cennete gideceğinizi taahhüd ve tekeffül edebilirim. Şunu da bilin ki; siz ‘Allah bir, Ondan başka ilâh yok’ demedikçe, size ben ne dünyada ne de âhirette bir fayda temin edemem.”Buharî, 3/171

Resûl-i Kibriyâ Efendimizin akıl, kalb ve ruhlara hitap eden konuşması karşısında Ebû Leheb şaşkına döndü. Eline bir taş aldı ve Kâinatın Efendisine doğru fırlatarak,

“Helâk olasıca! Bizi bunun için mi çağırdın?” diye âdice bağırdı.

Bundan başka, o anda dinleyenlerden hiçbir muhalefet gelmedi. Sadece fısıltı halindeki konuşmalarıyla dağıldılar.

Bu hareketleriyle Ebû Leheb, artık İlâhî nefret ve azabı hak etmiş oluyordu. Resûlullah’a olan şiddetli düşmanlığı, bitmez kin ve nefreti kendisine pahalıya mal oldu. Çünkü Cenâb-ı Hak, inzâl buyurduğu Tebbet Sûresi’yle korkunç âkıbetini şöyle haber veriyordu:

“Kahrolsun Ebû Leheb! Zâten kahrolup gitti. Ne malı ne de kazandıkları ona fayda vermedi. Yakında alevli bir ateşe girecek. Karısı da odun hamalı olarak beraber girecek. Boynunda ise bükülmüş bir ip olacak.” Leheb: 111/1-5

 

NE OLDU BİZE?

İyiliği Emretmez, Kötülükten Yasaklamaz olduk ne yazık ki! Neden?

Allah’ın emir ve yasakları konusu en önemli ve üzerinde durulması gereken bir mana değil mi? İnsan dünyaya bunları hayata geçirmek için gelmedi mi?

Bunlara “evet” derken acaba şimdi halimiz nasıl?

Neden “suskun” olduk?

Neden uyarmaz olduk?

Neden görmez (!) olduk?

Neden bilmez (!) olduk?

Evet, en önemlisi de niçin günahlara karşı kanıksamış bir hal arz ediyoruz maalesef.

Umursamaz bir tutum aslında ne büyük bir felaket!

Yarın Rabbimiz soracak ve ne diyeceğiz acaba?

Haydi, bahaneler bulalım her birimiz.

Neler söyleyebiliriz?

Dünya metaı denilen şey çok basit bir şey aslında ama onun sevgisinden hep sakındırılmışız.

Şimdi ne yazık ki o dünyalıkla imtihan olunuyoruz ve de neredeyse tümüyle kaybettik gibi.

Çünkü mal sevgisi gözleri kapatıyor. Bakın sokaklar en lüks arabalar, en iyi giyim tarzları (!) ile dopdolu. Nasıl giyim ve kuşam ya! Allah’ın emrini gören var mı?

Ne güzel örnekti Allah Rasul’ü sav.

Ne güzel örnekti Sahabei Kiram…

Ne güzel örnekti Tabiin büyükleri.

Ne güzel örnekti onları takip eden âlim ve salihler.

Ne güzel örnekti ecdadımız…

Edep ve hayâ ile dolu idiler onlar.

Utanma duygusu vardı.

Hürmet ve hizmet vardı.

Helal ve haram inancı vardı.

Şükür ve kanaat vardı.

Pek tabii ki Allah korkusu vardı.

ÂH YANIYOR YÜREKLERİMİZ…

Nereye gitti bunca değerlerimiz.

Hayâmız, iffetimiz, edebimiz…

O kibar ve gönül alıcı dilimiz…

Doğruluk ve eminliğimiz…

O Muhammedü’l-Eminden aldığımız terbiyemiz…

 

AİLE TEMELİ OLAN

DÜĞÜNLERİMİZ PERİŞAN

 

Bir binanın temelini düşünün! Nasıl da önemli değil mi?

İşte düğünlerimiz öyle aslında. Aile ki bir milletin temeli, aslı. O kötü olursa her şey bozulur. Ne yazık ki gidişat felaket! Boşanmalar gün geçtikçe artıyor, evlilikler azalıyor.

Büyüklerimizden bize kadar gelen önemli değerlerimizden birisi de, düğün usullerimizdi. İslâmî kurallara uygun olarak yapılan düğünlerimiz yavaş yavaş değişime uğramış, bugün ne yazık ki çığırından çakmıştır.

İslâmî hassasiyeti olan, bildiğimiz insanlarda bile gördüğümüz manzaralar, insanı gerçekten büyük bir sükût-u hayâle uğratmaktadır. Belki de bu noktada güvenerek gittiğiniz bir düğünden şaşkınlık içerisinde dönüyorsunuz.

Ne oluyor bize?

Niçin bu kadar değiştik?

Neden Allah’ın emirleri hiçe sayılıyor?

Kapılarımıza koyduğumuz tokmaklardan birisi kadınlar için, diğeri de erkekler içindi.

Şimdi salon düğünleri çıktı.

Karmaşık bir hale geldik.

Mahremiyet duygusu kayboldu.

Daha da ötesi, gelin hanımları herkes görür oldu.

Hem belki de açık-seçik halde.

Onca gözlerin günahını kim yükleniyor acaba?

O evlilikten nasıl hayırlı evlâtlar yetişir acaba?

Çok önemli bir binanın temelleri böyle mi atılır?

“Bir kere olur” şeytanî edebiyatıyla yapılan bu yanlışların hesabı, Allah’a nasıl verilir acaba?

Rabbimize de aynı mı söylenecek yoksa? Ne mümkün değil mi?

Niçin bunları düşünmüyoruz?

“Çocuğu öyle istemiş” de…

Bahaneler çok.

Çalgılar, gürültüler, belki de içkiler…

Rahatsız olan onca çocuk, hasta ve yaşlı…

Sanki mahalle bir gazino…

Hayır dua edilir mi acaba?

Hem, evet, nerede o dualar?

“Dualarınızla teşriflerinizi bekliyoruz” ifadeleri…

***

Evlilikler azaldı, boşanmalar arttı.

Rabbimiz sonumuzu hayreylesin!