Birlik halinde bir vatanda yaşamak, maddi ve manevi değerlerimizi korumak için güçlü olmak gerekir. Eğer bir insan ya da hareket, inandım dediği halde düşmanların isteğine bağlı olarak karşı tarafla bir araya geliyorsa, bilsin ki durumu felâkettir. Zira onun bu hali belki de bir memleketin helâkine sebep olacak, Ezan ve Kur’an susacak, Allah korusun belki de Bayrak inecektir. Tarihimizde bunun acıları yaşanmıştır. Sultan 2. Abdülhamid Hana karşı çıkan onca müslüman aydın ve siyasiler sonradan pişmanlık mısraları dizmişler ama tabii ki iş işten geçmiştir.
Sezai Karakoç rahmetlinin güzel bir sözü var: -Âdem’in (as) oğlu olman yeterli değil, Habil misin, Kabil misin onu bilelim.
Musa (as)’a karşı çıkan Bel’am bin Baura’nın âkıbetini unutmamalıdır. Aynı zamanda kavmi içinde inanmış görünen Samiri’yi de düşünmelidir. Allah Rasülünün karşısındaki Ebu Cehil ve adamları ile ashabın içerisine inandım diye girip onların ajanlığını yapan münafıkları da göz önünde tutmalıyız.
İşte bu örneklerle bizler kendimize soralım: -Biz hangi taraftayız?
Namaz kılabiliriz, oruç da tutabiliriz. Ama bilelim ki Allah’ın düşmanlarını dost tutuyor ve Allah’ın taraftarlarını da düşman tanıyorsak, asla bir faydası olmayacak ve bizi zelil edecektir.
“BEN ÖLSEM DE DÂVÂ ÖLMEZ”
“Ben ölsem de DÂVÂ ölmez” diyen devlet adamlarına, komutanlara, âlimlere, akademisyen ve aydınlara ne kadar da ihtiyacımız var. İ’lâ-yı Kelimetullah uğruna seferlere çıkan, ya şehid ya da gazi olacağım diyen Alparslanlar, Osman Gaziler, Fatihler, Yavuzlar, Kanuniler, Ulubatlı Hasanlar ve daha yakınlarda bu vatan uğruna can veren nice şehitler, bizlere bu mefhumu hatırlatıyor. Yaşadığımız yıkımlardan ders almalı, yanlışları düzeltmeli ve birlik olmalıyız. Bilelim ki yanlışları tenkit etmek ayrı, karşı grupta olmak ayrıdır. Biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi ve kanunu, iyice azgınlaşan LGBT ahlâkımızı, edebimizi, ailemizi mahvetti. Bu sebeple pek çok aile yıkıldı, evlilikler gecikti. Bu hakikati söylemek kendimizin tenkididir. Öz eleştiridir. Ama bu durum ve benzerlerini bahane etmek, karşı cenahta bulunma hakkını vermez insana. Çünkü burada iman konusu vardır. Onlarla beraber olmak, kişinin imanını az bir dünya menfaatine satması demektir ki, Rabbimiz korusun!
KÜFRÜ İMANA TERCİH ETMEK
İnanan kişi ne münâfığı ne de kâfiri asla sevmemeli ve onunla dostluk kurmamalıdır. Bunu yapmak Rabbimizin gazabını üzerimize çeker. Âhiret’te de onlarla beraber olur. Ayrıca bizi imanımızdan da edebilir. Hatta bunlar en yakınlarımızdan olsalar bile;
“-Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse işte onlar, zalimlerin kendileridir.” (9 Tevbe 23.)
Cenab-ı Hakk bir başka âyette şöyle emir buyurur:
“-Ey îman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin. (Bunu yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık delil mi vermek istiyorsunuz?” (4 Nisa 144.)
Bu ayette apaçık bir tehdîdin olduğunu herhalde görmekteyiz. Ne acıdır ki Müslüman devletler, kâfirleri gözlerinde büyütüp durdular. Yıllarca onların idarecileri, halkı kâfirlerle korkuttu. Hâlbuki Cenab-ı Hakk:
“Onlardan korkmayın, Benden korkun,” buyurmuştu. (5 Maide 3.)
İnanan kişi Rabb’inden korkarak, onlarla cihada hazır olur. İslâm’ı nesillere öğrettiği gibi, O’nun her yönüyle yaşanmasını sağlar. Allah’tan ve O’nun taraftarlarından başka dostlar edinenlerin durumunu da şöyle haber verir Rabbimiz:
“-Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise, şüphesiz örümceğin yuvasıdır. Keşke bilseler.” (29 Ankebût 41.)
Bir de şu ayet-i kerimeye bakalım:
“-Bilâkis Mevlâ’nız ALLAH’tır ve O, yardımcıların en hayırlısıdır.” (3 Âl-i İmran 150.)
GERÇEK DOSTUMUZ
Pek tabiidir ki Efendimiz ve dostumuz Allah’tır (cc). Bizler için en iyi yardımcı ve destekçi yine O’dur. O’nu dost tutmayanlar ise bir hiçtir. “ Hiç” olanları dost edinmek de, insana kâr yerine ancak büyük bir zarar verir. Zaten dostluğunda samimi olan hiç bir kimse, onları sevemez. Bu hakikati Mücadele Sûresi’nin 22. âyet-i kerimesi ortaya koyar:
“-Allah’a ve âhiret gününe îman eden bir kavmin babaları yahut oğulları veya kardeşleri yahut da akrabaları bile olsalar; Allah’a ve Rasûlü’ne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte bunlar, Allah’ın kalplerine îmanı yazdığı ve kendinden bir rûh ile kuvvetlendirdiği kimselerdir. Onları, içinde ebediyen kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. İşte bunlar ALLAH taraftarı olanlardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan... Haberiniz olsun ki, asıl kurtuluşa erenler de şüphesiz, Allah taraftarlarıdır.” (58 Mücadele 22.)
ALINACAK DERSLER
Bilelim ki bu ayet-i kerîmede düşünülecek ve alınacak pek çok dersler vardır.
Ashab-ı Kiram, Allah ve Rasûl’üne dostluğun, onların düşmanlarına düşmanlığın en güzel örneklerini vermişlerdir. Meselâ Ebû Ubeyde (ra) Uhud’da babası Cerrah’ı öldürmüş, Mûsa b. Umeyr de yine Uhud’da kardeşi Uveyb. b. Umeyr’i öldürmüştü. Netîce olarak diyebiliriz ki; mü’minlerin özelliklerinden bir tanesi de, kâfirleri asla dost tutmamaktır. Yüce Rabbimiz, özümüzden gelen bir samimiyetle kendisini sevmeyi ve dost edinmeyi ve O’nun yolunda bulunanlarla beraber olmayı lûtfeylesin.
Bu gerçeği idrak eden bir mü’min de şöyle der:
“-Şüphesiz ki, benim dostum o Kitab’ı indiren ALLAH’tır. Ve O, bütün salihlere de velilik eder.” 7 (A’raf 196.)
Bu ayet-i kerime mü’minin en önemli özelliklerinden birisini ortaya koyuyor. O, böyle demeli ve dediğine uygun olarak da yaşamalıdır. Cenab-ı Hakk’da zaman zaman âyetlerinde bu manâyı dile getirir:
“-Sizin dostunuz ancak Alah’tır.” (5 Maide 55.)
“- Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyet ve idaresi) yalnızca Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (2 Bakara 107.)
Yine bu manâda Hûd sûresinde şöyle buyrulur:
“- Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur.” (11 Hûd 113.)
O halde mü’min kişi Rabbini iyi tanıyacak, O’nu sevecek ve O’nunla dost olacaktır. Allah ile dostluk kuran insan ise, O’nun kulları arasında da sevilecektir.
Evet, O’nunla dost olanların kalbinde O’ndan gayri bir şey olmaz.
Gerçekten de sevgili kardeşlerim, bundan daha büyük bir hakikat ve bundan daha üstün bir mevki ile zenginlik, hiç bir şeyde bulunamaz. Ebedi olan bir âlemin, Baki olan ve hiç bir şeye muhtaç olmayan Sahibi ile dost olmak... Akıllı olan şüphesiz ki bunu tercih eder.
ALLAH’I SEVENLERİ DE DOST TUTMALI
Pekâla, mü’minlerin başka dostu olamaz mı? Tabii ki vardır ve olur. O halde bunlar kimler? Bu da sanırım anlaşılmıştır. Yani yüce Rabbimizin dostluğunu elde edenler, mü’minlerin dostları mesabesindedirler. Zira dostun sevdikleri de, sevdiklerimiz arasına girer.
Peygamberler, Rabbimizin seçtiği kullardır. Dolayısıyla O’nun dostlarıdır. Mü’minler de onları sevmek durumundadırlar.
“Mü’minler ancak kardeş” olduklarına göre, aynı zamanda birbirlerinin dostu da olmak mecburiyetindedirler. Ama dost olmaya aday olan mü’minlerin, bazı özellikleri olması gerekmektedir.
Bütün bunları belirten şu âyet-i kerime, gerçekten çok önemlidir:
“-Sizin dostunuz ancak Allah’tır, Rasûl’üdür, iman edenlerdir. Onlar (o iman edenler) ki; Allah’ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.” (5 Maide 55.)
Allah’ın sevgili Rasûl’ü mü’minlerin dostu olduğu gibi, Allah’(c.c.) a kullukta gayret gösteren mü’minler de, birbirlerinin dostudurlar. Bu kulluğun en önemli belirtileri ise; namaz kılmak ve zekât vermek olarak haber verilmektedir.
O halde şöyle bir neticeyi anlamak herhalde uygun düşecektir:
Eğer iman eden bir kimse namaz kılmıyor, üzerine farz olduğu halde zekât vermiyorsa bu kişi, namaz kılan ve zekât veren mü’minlerin dostu olamıyor. Çünkü namazsız ve zengin olup zekâtsız bir mü’min düşünülemez. Öyleyse bu iki sıfata daima dikkat gösterip dost olarak ancak, bu hükümlere riayet eden ve Rabbinden korkan kulları seçmemiz gerekmektedir. Evet, Rabbinden korkan kullar diyoruz, çünkü onlar her konuda Rablerinin emirlerine boyun eğen kullardır. Buhari ve Müslim’in rivayetinde gelen ve “Arşın gölgesindeki yedi sınıf insandan” bahseden hadisteki bir sınıfın, bu dostlar olduğunu görmekteyiz:
“-Allah yolunda sevişen, bu sevgiyle birleşen ve bu sevgiyle (tekrar buluşmak üzere) ayrılan iki kişi.” (Buhari, ezan 36, zekât 16; Müslim, zekât 30; Tirmizî, zühd 53)
Mübarek kitabımızda da bu dostluğu gaye edinenler, şöyle müjdelenirler:
“-Kim, Allah’ı, Rasûl’ünü ve iman edenleri dost edinirse, (bilsin ki); üstün gelecek olanlar şüphesiz ki Allah tarafını tutanlardır.” (5 Maide 56.)
Ayet-i Kerimeye dikkat edilirse Peygamber (sav) ve mü’minler, Allah (cc) taraftarları olarak belirtilmektedir. Öyleyse mü’mini mü’min yapan sıfatları taşıyan her insan, Allah’ın dostudur. Bu kulları da iman edenler severek dost edinmelidirler.