AK Parti’nin ilk yıllarında imamların en büyük hedefleri kültür müdürü olabilmekti. Kurum değiştirerek, tanıdık vekilleri varsa bulundukları ilin kültür müdürü olmak için uğraşırlardı. Neyse ki bu moda çok sürmedi. Şimdilerde ise ilahiyatçıların rektör olabilme tutkusu neşet etti.

Reis’te var olan, imam hatiplere ve ilahiyatçılara ve din adamlarına muhabbet kapısından içeri dalmak için Külliye’de hatırı sayılır bir veya birkaç destekçinin himmetine sığınarak kendilerini bir üniversitenin rektörlük makamında hayal edenlerin ve bunu gerçekleştirenlerin sayıları bir hayli fazlalaştı.

İlahiyatçılarımız, ‘İlahiyat Fakülteleri İslam’ın en üst seviyede araştırıldığı ve eğitiminin verildiği müesseseler haline geldiler mi?’ sorusunun cevabını aramak yerine makam sevdasının peşinde, siyasetçilerin kapısında terlemektedirler.

Neden böyledir? Çarpıklık şuradan başlıyor; İlahiyatçı akademisyenlerin en büyük hedefleri eğitimlerini batıda tamamlamak ve Avrupa üniversitelerinde araştırmacı veyahut doktora öğrencisi olarak görev yapmaktır.

İlahiyatçılarımız yüzlerini neden Doğu’ya değil de Batı’ya dönüyorlar?

İslâm ülkeleri değil de neden batı üniversiteleri?  Gidiyorlar ve gittikleri gibi dönmüyorlar…

Batı İlahiyatının merkezi Vatikan’ın etkisinde, dinlerarası diyalog tuzağına düşmüş olarak geliyorlar. Yerli değer ve birikimlerimizi küçümseyerek Doğu’ya ‘Oryantalistler’

gibi bakmaya başlıyorlar. Bizim için itikadi meseleler onlar için birer laboratuvar malzemesidir; Batı İlahiyatına uygun olmayan hurafelerinden arınabilmesi için dinimizin orası kesilecek, burası dikilecek, şurası atılacak, şurası fazla, burası eksik…

Şunu fark etmiyorlar; Onları batıya gönderenlerin derdi İslâm değildir. İslâm ile Hristiyanlığı mukayese ederek İslâm’ı da sekülerlik sosuyla yumuşatarak, ılımlı ve kontrollü bir din, bir inanç manzumesi haline getirmektir.

İslâmi düşünceye ilahiyatçıların vermiş olduğu zararın hem haddi hesabı yok hem de telafisi çok zordur. Birisi, “Ortadoğulu bir Türkiye görmek istemiyorum” diyor ve devam ediyor; “Eşimi ve kızlarımı Roma’ya tatile gönderdiğimde aklıma cinsel saldırıya uğrayacakları gelmiyor. Çünkü orada öyle bir problem yok. Ama Mekke’de kendilerini güvende hissetmiyorlar” Birisi, “Hz. Meryem hünsa – çift cinsiyetlidir” diyor. Birisi, Allah’tan ve Peygamberden şüpheleniyor; “Kur’ân Mekke döneminde Ehl-i kitap, özellikle de Yahudiler hakkında olumlu bir dil kullanmasına rağmen, Tevbe sûresi 29. âyette “Allahsızlar” diye nitelendirmesi, Hz. Peygamber’in zihnindeki genel ve küllî vahiyden istinbat edilmiş tikel referanslar olduğu kanaatindeyim” diyor.

Birisi, “Bizim bu darbeyi din söylemleri üzerinden karşılamamız Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülüktür. Halkın direnişi din adına yapılmış bir direniş değil, demokrasi adına yapılmış bir direniş. Allahu ekber sesinin demokrasi sesini bastırmaması gerekiyor” diyor. Birisi, “Cennete girmek için Müslüman olmayan gerek yok” diyor. Birisi, “yolsuzluk hırsızlık değildir” diyor.

Birisi, “Başörtüsü teferruattır. Peruk takarak başınızı açmalı ve okulunuzu bitirmeliydiniz” diyor. Batı ile doğu arasındaki ezeli ve ebedi mücadeleyi unutmuş olarak geliyorlar, dava şuurundan azade İslam’ı da seküler, laik, çağdaş yani modern kalıplara sokmaya çalışıyorlar. Bu yazıyı, her nerede ve hangi görevde olursa olsun, vazifelerini hakkıyla, hakkaniyetle ve layıkıyla yerine getiren bir kaç müstesnayı tenzih ederek hitama erdirelim.