Yeni bir yazı yazmanın hiç yeri ve zamanı değil şimdi biliyorum. Hele de gündem dışı bir yazı yazmanın hiç sırası değil. Çünkü tek gündem seçim şu sıralar. Neyi, nasıl, niçin seçiyoruz henüz anlamamış olsam da bu gündem beni korkutmak bir yana biraz da sıkıyor. Korkutuyor çünkü benim geleceğim, senin, tüm arkadaşlarımızın ve onların yani ülkemizin geleceği söz konusu. Sıkılıyorum çünkü hayat milletvekilliği seçiminden çok daha fazlası. Hayatı seçime sınırlandırmak en büyük haksızlık olurdu. Hayat ki yaşamaya, sevmeye, sevilmeye ve gülmeye çokça değer. Hayat ki şiir, musiki ve aşkla yoğrulmuş. Seçim bir hayat etmez. Bunu kabul edelim.

Az önce İmam Gazali’nin mealen şöyle bir sözüyle karşılaştım: “Gökyüzüne bakmak vesveseleri azaltır, hüzün ve kederi azaltır, Allah’ı hatırlatır, kalpte Allah’ın büyüklüğünü yayar, âşıkları teselli eder, sevenleri birbirine alıştırıp yakınlaştırır.” Hatta yanılmıyorsam bu mesele güzelce izah edilmiş Nesil Yayınları’ndan çıkan ‘Gökyüzüne Bakmanın Faydaları’ isimli kitapta. Dehşet güzel bir söz değil mi? Hakikate ve gökyüzüne dokunuyor. Bu sözü okur okumaz hemen Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı şiiri geldi hatırıma. Cansever’in bir de ‘Kubbeyi Yere Koymamak’ diye pek değerli bir kitabı vardı, okunası. Kubbe deyince aklıma anında Sadettin Ökten amca geliyor. Bir sohbet sırasında Osmanlı’nın bir yapı inşa ederken irtifa ve nispet kaidelerine uyduğunu belirterek şu minvalde konuşmuştu: Osmanlı tevhidin ihtişamını aksettirmek için Süleymaniye’yi yapıyor; ama Süleymaniye o tepenin irtifasını aşmıyor.” Bu ince bir nokta, akıllarımızın bir kenarında bulunsun. Şimdi notlarımı karıştırdığımda tevafuk bu ya şöyle bir sözüyle karşılaştım Sadettin amcanın: “Dostlara gökyüzü ile dost olmalarını tavsiye ediyorum.” TRT Haber’de Kedili Kütüphane diye şahane bir program var oraya konuk olduğunda söylemişti bunu da. Sadettin Ökten çok kıymetli bir ilim adamı, mütefekkir. Aynı babası İmam Hatiplerin kurucusu olan Celaleddin Ökten gibi. Aynı kız kardeşi Ayşe Hümeyra Ökten hanımefendi gibi. Çok güzel bir aile. Ellerinden öpüyorum her birinin.

Bugün dolma kalem nasıl doldurulur öğrendim. Geçen sene de bu zamanlarda dolma kaleme şeklinden dolayı değil de işlevinden dolayı ‘dolma’ dendiğini öğrenmiştim. Yani ben kalemi tombiş tombiş olunca dolmaya benzetmişim yıllar evvel ve bir daha da hiç kurcalamamışım kelimeyi. Meğer içine mürekkep doldurulduğu için ‘dolma’ deniyormuş, peh! Geçen gün de “haydi” kelimesinin “Hay” kökünden geldiğini öğrenmiştim Turan Koç hocamdan. Hay yani yaşatan yani hayat veren yani diri olan. Derse bu kelimenin şerhiyle başlamıştı Turan Hoca. Enfesti doğrusu. Tüm dersleri enfes, o ayrı. Nezih Uzel’in İsm-i Hay zikri var bir de, pek tatlı.

Bu aralar gündemimde Asaf Halet Çelebi’nin şiirleri var ayrıca. Zaten medeni hukuk hariç her şey gündemimde, o dersten kalacağım sanırım. Neyse, Asaf Halet deyince “om mani padme hum!” derim nefes almadan. He, Lamelif isimlerinde şiir kitapları vardır Çelebi’nin. Yapı Kredi Yayınları tüm şiirlerini tek bir kitapta sunuyor bize. Önceden sadece “İbrahim / İçimdeki putları devir.” mısraının geçtiği şiiri dışında bir şiirini bilmezdim şairin. Bu hafta Cüneyd ve Nûrusiyâh isimlerinde iki muhteşem şiiriyle daha tanıştım. Bir bakın, siz de seveceksiniz. “Nûrusiyâha ağladığım zaman / annem sûzudilâra idi / ve babam bir tambur. / annem sustu, / babam küstü / ama ben niçin hâlâ Nûrusiyâha ağlarım? / Nûrusiyâaah / Nûrusiyâaahhh!” Olağanüstü. Gel de bu güzelliğe ağlama.

Gördüğünüz gibi daha doğrusu okuduğunuz üzere kendime ait bir cümlem yok. Nasıl olsun ki? Erenler en güzellerini söylemişler. Bana susmak ve daha çok okumak, izlemek, dinlemek düşer. İlla hû.

Not: Mevzuyla çok da alakası yok; seçim sonuçlarının ‘bu ülke’ için hayırlı olmasını temenni eder, şerefli bir muhalefetin arkasını bırakmayacağımızı -inşallah- belirtmek isterim. Lillahil hamd.