“Ebî Bekre’den aktarılan bir rivayette Nebi sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “İki Müslüman yalın kılıç karşı karşıya geldiklerinde öldüren de ateştedir, ölen de!” Dedim ki; – Yâ Rasûlallah! (Tamam) bu adam kâtil (o yüzden cehennemliktir), peki maktulün suçu nedir? Dedi ki: “O da arkadaşını öldürmeyi büyük bir hırsla istiyordu!” (Buhari, Fiten, hadis No: 6672).

Dünyanın dört bir yanında ordular, aldıkları emri itiraz etmeksizin uygulamak üzere eğitilirler. Askerî bir emre itiraz edilecek olsa bile bu, emri uyguladıktan sonra söz konusu olabiliyor.

Oysa nebiler bu olgunun bütünüyle karşısındadırlar. Çünkü onlar insanlara şu mesajı verirler: Senin Rabbin var, O beşer değildir. Bir beşer senden Allah’ın yasakladığı bir işi yapmanı isterse, her ne sebeple olursa olsun bunu yapman caiz değildir. Hele de bu emir bir müminin bir başka mümini öldürmesiyle ilgiliyse! Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Kim bir mümini kasten öldürürse cezası, içinde ölmemek üzere kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu dışlamış (lanetlemiş) ve onun için büyük azap hazırlamıştır!” (Nisa 4:93).

Enbiyanın getirdiği “insan hakları” yaklaşımı “haklar”dan ibaret olmayıp öncelikle “ödevler”den oluşur. Enbiyanın hedefi toplumu ikna yoluyla şekillendirmektir, baskı yoluyla değil. Nitekim baskı uygulayan da baskıya baskıyla cevap veren de orman kanunuyla hareket ediyor demektir. Çünkü enbiyanın diliyle söylemek gerekirse; “kâtil de ateştedir maktul de!” Zira öldürenler de öldürülenler de kaba gücü/kuvveti ilahlaştırmıştır. Meselenin özünü kavramamızın önünde duran engellerin en büyüğü işte bu husustur.

Nebiler, fikir savaşında nefsi müdafaayı caiz görmezler. O halde toplumu temsil eden (yöneten) biri düşüncelerinden dolayı sana eziyet ederse kendini savunma! Zira enbiya, fikirleri yüzünden insanların eziyet görmediği bir toplum/ümmet/topluluk oluşturmaya çağırmışlardır.

Sihri bozmak ve insanların imkânsız gördüğünü gerçekleştirerek onu anlaşılabilir ve akla yatkın bir izaha kavuşturmak için müsaadenizi istesem sizden çok mu büyük bir şey istemiş olurum? Evet, ben buna talibim, çünkü bütün dünya ters yönde ilerliyor. Dahası kendisine rağmen bu yöne itilmektedir. Nitekim bu, dönüşü olmayan tek yönlü bir yoldur. Bu yoldan dönmek ya da ayrılmak isteyenlerin başına neler geldiğine bir bakın. Bugüne dek ödenen bunca bedel yetmedi mi? O vakit cehennemin “var mı daha” çağrısını duyun![1]

Siz usanmazsanız Allah hiç usanmaz! Siz kendinizi değiştirmezseniz Allah sizi değiştirmez![2] Problemin özü şudur: Öldüren de ölen de aynı kategoriden ve aynı kurgunun birer parçası ise zalim-mazlum (gaddar-mağdur, ezen-ezilen…) oyunu devam ediyor demektir. Bunların yer değiştirerek birbirinin yerine geçmesi işin mahiyetini değiştirmez!

——————–

[1] Cevdet Said bu ibareyi şu ayetten iktibas etmiştir: “O gün cehenneme “Doldun mu?” diye soracağız, o; “hel min mezîd: daha var mı?” diyecek.” (Kâf 50:30). (Çeviren).

[1] Cevdet Said bu ibareyi çok sık tekrarladığı şu ayetten iktibas etmiştir: “Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.” (Ra’d 13:11). Müellifin adını bu ayetten alan “Hattâ Yuğayyirû mâ bi Enfusihim: Kendilerini Değiştirmedikçe” isimli kitabı “Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları” adıyla İnsan Yayınları’nın üçüncü kitabı olarak 1984’te basılmıştı. (Çeviren).

——————–

Kahredenle kahredilen aynı dine ve aynı sisteme mensup iken nasıl aynı oyun kurgusunda iki taraftan biri olarak yer alabiliyor?! Çünkü aynı fikrî eğilimi benimsedikleri sürece değişen sadece yerleri ve konumları olmaktadır. Ancak burada -başvurduğumuz takdirde bizi zorbalık kısırdöngüsünden çıkarabilecek- başka bir yasa daha mevcuttur. Bu da Hz. Âdem’in ilk oğlunun (Hâbil’in) benimsediği ‘öldürmek kastıyla kardeşine el kaldırmama’ yöntemidir. Esasında bütün nebilerin ve adaletle hükmeden tüm insanların benimsediği yöntem budur. Günümüzde de geçerli olan yöntem budur. Zira şiddetin el değiştirmesi üzerine kurgulanan oyundan büsbütün çıkmadığımız takdirde toplumlarımızda demokrasi yerleşmeyecek ve sorunlarımız çözülmeyecektir.

Çözüme bir hayli yaklaştığımı zannederek kendimi avutuyor da olabilirim. Zira dünya Âdem’in oğlunu da nebileri de adalete davet edenleri de çarpıtabilmiştir, hem de tüm bu insanlar oyunun içinde yer almayıp dışında kaldıkları halde… İnsanları köleleştirip ezme ya da ilahlaştırıp tapma kısır döngüsünden çıkmalıyız artık…

Çeviri: Fethi Güngör

[1] Cevdet Said bu ibareyi şu ayetten iktibas etmiştir: “O gün cehenneme “Doldun mu?” diye soracağız, o; “hel min mezîd: daha var mı?” diyecek.” (Kâf 50:30). (Çeviren).

[2] Cevdet Said bu ibareyi çok sık tekrarladığı şu ayetten iktibas etmiştir: “Hiç kuşkusuz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez.” (Ra’d 13:11). Müellifin adını bu ayetten alan “Hattâ Yuğayyirû mâ bi Enfusihim: Kendilerini Değiştirmedikçe” isimli kitabı “Bireysel ve Toplumsal Değişimin Yasaları” adıyla İnsan Yayınları’nın üçüncü kitabı olarak 1984’te basılmıştı. (Çeviren).