Önceki gün bu köşede Fars milliyetçiliği ile ilgili yazdığım yazıda kısaca ‘İslam’a Karşı İslam Projesi’ kapsamında batının İslam Dünyası’na seküler bir İslam’ı dayatmak için; ‘Mezhebe karşı mezhep, ılımlı İslam’a karşı radikal İslam, coğrafyaya karşı coğrafya ve ırka karşı ırk’ stratejisi ile hareket ettiğini ve bu nedenle de İran’a bir alan açıldığını yazmıştım.

Şahtan önce devrimci olan Şia’nın, “İran İslam İnkılabı” devriminden sonra devletçiliği devrimcilikle beraber yürütmeye çalıştığını, bugün ise Fars Milliyetçiliği olarak karşımıza çıktığını ifade etmiş ve bunun İran ile birlikte İslam dünyasındaki çatışma ve sekülerleşmeyi daha da hızlandıracağını dile getirmiştim.Bunları ifade ederken aynı zamanda Safevi Şia’sı ile Ali Şia’sı kavgasının, bugün karşımıza Arap Şia’sı ile Fars Şia’sının çatışması olarak çıkma eğilimi taşıdığını vurgulamıştım.

Öncelikle şunu ifade edeyim ki anlatmaya çalıştığım olgu, Fars milliyetçiliğinin bugün Şia inancı üzerinden kendisine bir alan açtığı ve nihayetinde bunun İslam milletinin birlik ve beraberliğinden ziyade daha da kamplaştırdığı gerçeğini haykırmaktır.Bu nedene bu yazılanları Şia karşıtlığı üzerinden okumak gerçekçi değildir, bir durum tespitidir.

Ali Şeriati, “Bugün İslam dünyasında şiddetlenen bu yalancı savaş Ali Şiası’yla Muhammedî Sünniliğin savaşı değildir. Bu savaş, ‘Safevî Şiasının’ ‘Emevî Sünniliği’ ile savaşı olup Safevîler’in Osmanlılar’la savaşının ve bu iki düşman devletin siyasette dini kullanmalarının yansımasıdır.” diyordu. Şeriati amaç olarak, “Sünnî halkın, İslam’ın tehlikesi Şiîliktir, diye korkmasını sağlamak, Şiî halkı da, İslam’ın tehlikesi Sünnîliktir, diye korkutmaktır! Düşman için bundan daha iyi bir başarı olamaz.” uyarısında bulunurken, geldiğimiz nokta “Düşman” için bulunmaz bir fırsattır ve ne yazık ki Fars milliyetçiliği üzerinden bu tuzağa düşülmüştür. Öyle ki, ‘Büyük İranlı Kimliği Konferansı’nda konuşan İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ali Yunusi’nin “Bağdat bizim başkentimizdir” diyerek İran kültür coğrafyasının Çin sınırından Hint alt kıtasına, Kuzey Kafkasya’dan Basra Körfezi’ne ulaşan coğrafyayı kapsadığını savunması İranlı yetkililerin yakın zamanda Sana’yı, Beyrut, Şam ve Bağdat’tan sonra İran’ın ele geçirdiği 4. başkent olduğunun altını çizmesi tamda bu tuzaktır.

Bana göre bugün yapılması gerekenlerin başında İran’ın Safevi Şia anlayışını terk ederek, Ali Şia’sına doğru yönelmesidir. Yoksa yakın zamanda bir Arap Şia’sı ile Fars Şia’sı arasında bir etnik savaşı doğurabilir. Böyle bir potansiyelin varlığı tartışmalarını Şia tarihini incelediğimizde net olarak görebiliyoruz.

2013 yılında Timetürk’te yayınladığımız makalede şu görüşler dile getirilmişti:

“Safevi Şiası tıpkı Emevi Sünniliği gibi çıkarcı, milliyetçi, mezhepçi ve otorite yanlısıydı. Ali Şiası, 4 halife ve 4 İmam’ın yolunda olan, Sünnilik ise her şeyde Allah rızasını gözeten, ümmetçi, mezhep yerine İslam’ı önceleyen ve zalimlere meydan okuyandı…

Safevi Şiası’nın Ali Şiası’na galip gelmesini önlemeliyiz. Safevi Şiası çıkarcıdır, ulusalcıdır ve zalim sultaların yanında yer alır. Ali Şiası ve İmam Hüseyin’in taraftarı olmak ise Allah’a dayanır, ümmetçidir ve zalim sultanlara asla sırt dayanmaz.”Bu nedenle bugün Suriye’de karşımıza çıkan Ali Şia’sı değil Safevi Şia’sıdır ve bu nedenle de ümmet arasındaki ayrılığı daha da arttırmaktadır.

“Ali Şiası ve Safevi Şiası” arasındaki farkı anlatan birçok âlimin eserinin olduğunu gördüm. Bu konuda Seyyid Muhsin el-Emin el-Amili (Ö: 1954), Ayetullah Burucerdi (Ö: 1961), Seyyid Muhammed Ali eş-Şehristani (Ö: 1967), Ali Şeriati (Ö: 1977), Ayetullah Murtaza Mutahhari (Ş: 1979), Ayetullah Mahmud Talakani (Ö: 1979) ve Muhammed Hüseyin Fadlallah (Ö: 2010) birçok eser kaleme almıştı.

Bütün bu âlimler ve benzerleri Ali Şiası’nı Safevi Şiası’ndan ayırmak için çaba sarf etmişlerdi. Bu âlimlerin ıslah çalışmalarının başında Ali Şiası’nın içine sızmış olan tarihsel hurafelerden arındırmak, sahabelere küfrü yasaklamak ve en önemlisi çıkarcı Fars milliyetçiliğini bu düşünceden beri tutmaktı. Üstad Ali Şeriati’nin “Ali Şiası Safevi Şiası” ve üstat Mutahhari’nin “Hamase-i Hüseynî/İmam Hüseyin ve Kerbela” bunun son güzel örnekleri sayılıyor.”

Bugün üzülerek gördüğüm İranlılık olgularının Şialaştırıldığı ve Şia olgularının da İranlılaştırıldığıdır. Fars milliyetçiliğinin dini-milli boyutu, 1979 devriminden sonra İran İslam devleti tarafından resmi ideoloji olarak benimsenmiştir. Kurulan yeni rejim İslam’da etnik gurupların eşitliğinden bahsetse de Farslığını korumaktadır… Özellikle devrimden sonra Şia’nın İranlılaştırılması devlet ve düşünürler tarafından yürütülmeye başlanmış bu manada Fars dili özellikle her şeyin önünde tutularak Fars Milliyetçiliğinin kurumsallaşması sağlanmıştır.

Bu ve benzeri görüşlerin çok sayıda temsilcisini görmek mümkün; Murtaza Motahari İran İslam Cumhuriyetinin ideologlarındandır. İranlıların Araplılığı değil İslam’ı kabul ettiklerini söylemektedir. Bu doğrultuda Muaviye’nin Arap milliyetçiliğini kınamaktadır. O, Peygamberin bir hadisine dayanarak (Sahihliği tartışmalı) İranlıların bir gün Arapları İslam’a davet edeceklerini söylüyor.”

Peki, Fars milliyetçiliğinin yayılmacılığı üzerinden bölge nasıl şekillendiriliyor, asıl buraya dikkat etmek gerekiyor…

Bugün İslam dünyasındaki bir milyar altı yüz milyon Müslüman’ın sadece yüz yetmiş milyonu Şii mezhebine mensuptur. İran, Azerbaycan, Irak ve Bahreyn’de çoğunluğu oluşturan Şiiler, Lübnan’ın da en büyük mezhepsel grubudur. Afganistan, Pakistan, Hindistan gibi yakın doğu ülkelerinin yanı sıra sadece Kuveyt ve Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerinde de toplam 14 milyondan fazla nüfusları vardır ve ne yazık ki bu anlamda her ülke kendi içerisinde burada duyduğu güvensizlikle Fars Milliyetçiliğine karşı başka milliyetçilikler oluşturma derdi içerisindedir.

Dikkat edin, İran karşıtlığının önderliğini yapan Suudi Arabistan, “Fars milliyetçiliğinin yayılmacılığına karşı” Arap milliyetçiliğinin kalesi konumuna geldi ve bunu Vehabilikle yoğurdu.Suudda dünyada yayılmacılığını Vehabilik üzerinden geliştirmekte ve Arap Milliyetçiliğini oluşturabilmektedir…

Suudi Arabistan, Türkiye, Ürdün ve Mısır gibi Sünni Arap devletleri bölgede bir ‘Şii hilali’nin oluşmasından kaygı duymaktadırlar ve bunu açıkça ifade etmektedirler. Bu bağlamda Sünni Arap devletlerinin gözünde İran, “İsrail’den daha tehlikeli” bir hal almaya başlamıştır. Bu anlayışa göre İsrail’in bölgede İran kadar yayılma olanağı yoktur. İran ise Şiilerin olduğu her yere girebildiği için nüfuzunu daha da artırabilmektedir. Söz konusu algılama, bölgedeki Müslüman ülkelerde Şii-Sünni ayrışmasının ortaya çıktığına işaret etmektedir.

Burada batı tarafından da körüklenen Şii-Sünni çatışması Fars milliyetçiliğine hasar vermiyor ancakArapları Şii-Sünni olarak ikiye bölüp çatıştırmak İran’a müthiş bir hareket alanı sunuyor.Bu Şii-Sünni ayrışma süreci, ABD’ye İran karşıtı çabalarında önemli bir manevra alanı doğurmuştur. ABD, İran’ı bölgede yalnızlaştırmak amacıyla ılımlı Sünni Arap ülkeleri İran karşıtı politikalara itmekte, İran nüfuzunun artması sonucu ABD, Körfez ülkelerinin de rızasıyla bu ülkelere askerî yığınak yapmaya başlamıştır. Dolayısıyla da aslında burada İran ve ABD birbirini besler bile hale gelmiştir.

Bugün yapılması gereken gerek Sünnilik üzerinden Arap milliyetçiliğinden gerekse de Şiilik üzerinden Fars milliyetçiliğinden uzak durmaktır.