Gündelik hayatımız üzerinde siyasetin lüzumundan fazla egemen olup fikri ve ameli belirleyiciliğini artırması her görüşten insanın derin savrulmalar yaşamasına neden olmakta; ideolojik bağnazlıklar, siyasi saplantılar, grup körlükleri olayların hakkaniyetli bir şekilde analiz edilip anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Ne yazık ki bu ahval de toplumda kutuplaşmaların artmasına hatırı sayılır şekilde katkı sağlıyor. En basit milli meselelerde dahi ortak duyguya/sağduyuya yakın bir ses çıkaramayışımız, toplumsal konsensüs ya da milli mutabakat diye nitelenebilecek tutumlar geliştiremeyişimiz her geçen gün biraz daha mekânsal olmasa da zihni bölünmüşlüğümüzü artırıyor.
Muhtaç olduğumuz şey, daha çok uzlaşı umudunu tüketen ve milli birlik adına endişelerimizi katlayarak karamsarlığı hakim fona dönüştüren bu mevcut katmansal tablonun ivedilikle kısırlaştırılması gerekmektedir. Ülke sosyolojisinin bu meyandaki fotoğrafı ne yazık ki her geçen gün biraz daha olumsuzlaşmaktadır.
Evvela, toplumun neredeyse tüm katmanlarına epidemik bir vaka niteliğinde sirayet eden siyaset virüsünün kontrol altına alınması gerekmektedir. Depolitik ya da apolitik bir cemiyet hayalimiz yok elbette ancak politikanın işlerimizin ve ilişkilerimizin önüne geçecek, onları kategorize edip tayin edici bir role sahip olacak denli kılcal damarlarımıza sızmasının da sağlıklı olmadığı gün gibi aşikar.
Öyle ki millet olarak hepimizin varlık boyutunu hayati derecede ilgilendiren kritik konularda bile sırf muhalif kalmak adına haktan, hakikatten ve hakkaniyetten uzaklaşmayı göze alışımız, üzerinde endişeyle düşünmemiz gereken bir manzara arz ediyor. Hakka yabancılaşmak demek, insanın kendine yabancılaşması demektir. Hakikate körleşmek demek, ontolojisini yitirmek demektir. Hakkaniyete duyarsızlaşmak, vahdaniyetten uzaklaşmak demektir.
Bu hali sürdüren zevatın varacağı yer bir kimlik erozyonu ve alinasyondan başka bir nokta olmayacaktır. Zaman zaman politik bağnazlıklardan dolayı o kadar acaip ve garaip tepkiler verilmekte ki ‘sen hangi medeniyetin dölüsün ki bu meselede böyle düşünebiliyorsun’ demekten kendimizi alamıyoruz. İndirgemeci bir perspektifle mevzuu bir misale hapsetmemek için örneklerden hassaten kaçınıyorum.
Saniyen, kısır tartışmalar sebebiyle izbelere çekilip sessizliğe bürünen ortak paydalarımızın ön plana çıkarılması ve belki de yeniden tanışık olmanın yollarını aramamız gerekmektedir. Farklı gruplarla iletişime geçildiğinde görülecektir ki ne kadar çok birbirimize benziyoruz aslında.
Salisen, Akif’in de dediği gibi:
Birbirinden müteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan İslam’ı,
Temelinden yıkacak kavmiyettir,
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir.”
Mealesef bugün kavmiyetçilik Akif’in zamanındakinden daha çoktur. Şiirin kaleme alındığı vakitlerde sadece ırka dayalı kavmiyetçilik söz konusu iken bugün kliklere, partilere, cemaat ve tarikatlara bağlı milliyetçilik (asabiyet) daha da can yakıcı ve yıkıcı hale gelmiştir. Bu sebeple daha çok Müslüman olmaya ve kalmaya mecburuz. Sahi Kutlu Nebi’ye senin onlarla işin olmaz denilen, dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar kimlerdi?
“Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla! İman edenlere karşı kalbimize bir kin ve nefret sokma!
Rabbimiz! Şüphe yoktur ki sen çok şefkatli ve çok merhametlisin” (58/10)
Baki selam…