Son günlerde gelen şehit haberleri üzerine tüm toplum olarak yüreğimiz yandı. Bir ayı geçen bir süredir yaşanan acılar Dağlıca ve Iğdır saldırılarıyla katmerlendi, daha bir hüzün çöktü üzerimize.

Acılı insan ne yapar? Feryat eder, çırpınır, nedenlerini sorgular, yaradana sığınır, kendince bir çıkış yolu bulmaya çalışır.

Acının her türü değerlidir, dokunulmazdır. Acımız büyük evet ama ya bu acıyı yaşama biçimimiz… İşte burada toplum olarak büyük sıkıntılarımız var.

Dağlıca şehitlerini haber alır almaz sokağa döküldü neredeyse tüm şehirler. Tepki büyük gerçekten. Herkes bir şekilde acısını, derdini, tepkisini dile getirmeye çalışıyor. Buraya kadar tamam, sıkıntılı olan ise aynı anda şiddet olaylarının da baş göstermesi.

Daha da vahimi bu şiddetin medya diliyle körüklenmesi, yangına körükle gidilmesi adeta.

Buradan bir çağrıda bulunmak istiyorum.  Bugüne kadar yaşadığımız büyük acılar, darbeler, toplumsal olaylar, geçirdiğimiz sıkıntıların arka planında hep medyanın desteği oldu.

Hatırlayın, 6-7 Eylül olayları bir söylenti üzerine çıktı. Sınır ötesine, Selanik’e dair çıkarılan bir söylenti, İstanbul’da yanı başımızda yaşayan komşularımızın hayatına mal oldu.

27 Mayıs öncesinde, ‘İktidarın gençleri kıyma makinelerinden geçirdiğini’ bizim gazetelerimiz yazdı. Diğer darbelerin alkışlayıcısı olarak 12 Eylül’ün şakşakçıları da medyaydı. 17 yaşındaki Erdal Eren’i ipe götürenler, darbe sabahında ‘hoş geldiniz’ diye selamlandı.

28 Şubat’ta ülkeyi darbeye götüren de bu şiddet diliydi. Bir hükümeti düşürebilmek için toplum gerildi de gerildi. Tamam kimse sokağa çıkıp, birbirini boğmadı ancak devamında yıllarca sürece hak gaspına ve insanların hayatlarının kararmasına neden oldu. Bir neslin hayatı, özellikle başörtülü kadınlar açısından heba oldu.

Böyle onlarca örnek var, tek tek darbeleri ve şiddet dönemlerini gözden geçirirsek bunu çok açık görürüz.

Şimdi bize düşen, tansiyonu yükseltmekten ve ‘hain’, ‘satılmış’, ‘terör destekçisi’ diye birilerini hedef gösteren ifadelerden uzak durmaktır. Aynı düşünmüyor olsak da ötekileştirmemektir. Bir tepkimiz varsa bunu daha münasip bir üslupla dile getirmektir.

Şimdi kardeş olduğumuzu, komşu olduğumuzu, akraba olduğumuzu hatırlama ve hatırlatma zamanı. Bir acıyı yaşıyorsak eğer, toplum olarak çekilecek bir acımız varsa, bunu ağır başlılıkla çekmek, tepkilerimizi olur olmaz masum insanlara yöneltmemektir.

Demokratik protesto bir haktır ancak, şiddet bir hak değildir. Basın organlarının binalarını, esnafın dükkânını, vatandaşın evini yıkıp dökerek bir yere varamayız. Sevinçlerimiz gibi acılarımız da asil olmalı, acının da bir üslubu olmalı.

Haberleri verirken, yazılarımızı yazarken kullandığımız üslup çok önemli. Sadece gazeteler değil tabi, gazetelerden çok fazla takip edilme oranı olan televizyonların dili de çok hassas bu dönemde. Ve sosyal medya en çok da. Hepimiz sorumluyuz bugünlerden.

Tüm yazı işleri ekibini, tüm gazete ve televizyonların yöneticilerini, tüm haberci arkadaşlarımı bu sorumluluğu birlikte üstlenmeye çağırıyorum.  Hemen şimdi.

Bugün bunu yapmazsak yarın çok geç olabilir.