Bugünlerde bir mağdur tartışmasıdır gidiyor. Özellikle CHP kanadından fetö ile yürütülen mücadelede suçsuz kişilerin görevden alındığı ve bir mağdur kitlesi oluştuğu yönünde eleştiriler geliyor.

Sevgili dostlarım! İşte bu realitenin en büyük dezavantajı, mağdurların durumunu CHP’den başka dillendirecek kimsenin kalmamış olmasıdır. Zira söyleyene bakarak “hak bir sözle batıl bir şeyin kastedildiği” peşin hükmünün kurbanı olmaktayız.

Sayın Başbakanı dinliyorum… “Kimse mağdur edebiyatı yapmasın, mağdur muğdur yok. Asıl mağdur 241 şehit ve iki bin küsur yaralı ve onların yakınlarıdır” diyor. Başbakanımız haklı. Benzer bir söylemi dillendiren sayın Cumhurbaşkanı da haklı. Hatta eksik bile söylüyorlar. Ben tamamlayayım, izninizle. Tüm ülke, tüm ümmet mağdurdur.

Lakin gerçekten mağdurlar var ve biz mağdur derken darbe kalkışmasıyla ya da paralel yapıyla hiiiiiç alakası olmadığı halde, izzetiyle onuruyla oynanan insanlardan bahsediyoruz. Bunlar var ve varlıkları yok demekle ortadan kalkmıyor. Üstelik en tepelerden “mağdur yok” hükmü verilince, süreci yöneten adliye ve kolluk bürokratlarının hata oranı katlandığı için bu vatandaşların masumiyetinin anlaşılması da gecikiyor.

Biliyorum bu yazdıklarım hiç bir şeyi değiştirmeyecek. Ama “ateş İbrahim’i yakmasın” diye gagasında su taşıyan serçe misali, karınca kararınca inzar görevimizi yapma sorumluluğu görüyoruz. İbrahim’den kasıt memlekettir. Bizde memleket, eşittir ümmettir.

İzninizle sadece iki örnekten bahsedeceğim size…

Birincisi ile birbirimizi tanıyacak kadar aynı kurumda birlikte çalıştık. 17/25 Aralık’ta yaşananları birlikte eleştirdik, faillerine birlikte sövdük.   Daha evvel herhangi bir dini sohbet tecrübesi yokken imam hatip hocalarının verdiği, bağımsız küçük bir sohbet halkasına iltisak eden milliyetçi, muhafazakâr, vatanperver bir memur.

Bugüne kadar okul, dershane, yurt, sendika, bank asya gibi FETÖ yapılanmasına, hayatının hiç bir aşamasında uğramışlığı yok. Ama son görevden alınanlarla birlikte MEB’deki görevinden el çektirildi. Kurbanlık koyun bile değil ki bekleyişine, başına geleceklere hakiki bir anlam verebilsin. Öylece donuk bir bekleyiş…

Hissettiği şey mağrur bir öfke. Haklı bir kızgınlık. Yarın her şey aydınlanıp ortaya çıktıktan sonra görevine dönse bile vatan hainliği ile suçlanmış, hatta damgalanmış olmanın tarifsiz/anlamsız sancısı.

Merak ediyorum! Kaybettiğimiz bu insanları, yeniden nasıl kazanacağımıza dair bir fikriniz var mı?

İkincisi, 28 Şubat azmanlarının inançlı insanlar için diş bilediği vakitlerden beri tanıdığım, milli görüş çizgisinden sapmamakla birlikte Ak hareketi en başından beri desteklemiş ve bir diyanet mensubu olarak görev yaptığı İzmir’de, kendisini etrafına sevdirmiş bir dostumuz. 15 Temmuz’dan kısa bir süre sonra bir terörist gibi evine baskın yapılıp gözaltına alınmış. Karakolda kötü muamele görmüş. Ardından da açığa alınma süreci. Aylardır masumiyetini anlatmak için çaba harcıyor. Ancak sürecin ağır işlemesi, bu hikâyede olduğu gibi, insanların mağduriyetini ne yazık ki katlıyor.

15 Temmuz gecesi şehitler verdik. Gazilerimiz var. Bütün bir millet mağdur edildik. Ama yanlış yöntemler ve özensiz tavırlarla yeni mağduriyetler yaratıp memleketin altını oymayalım. Etrafımızdaki mütebessim kalabalıklar bizi yanıltmasın. Sokağa inip insanlara kulak verelim. Bu operasyonlar ne kadar sağlıklı yürüyor, takip edelim. Unutmayalım ki millet faturayı bürokrasiye değil, siyasete kesecektir.

Başkanlık sistemi ülke için çok önemli! Ve görünen o ki bugünlerde MHP’nin tabanı ile tavanı aynı yerde durmuyor.

Öyleyse bir mühim soruyla bitirelim: Bu şartlarda referanduma gitmek istediğinizden gerçekten emin misiniz?

Baki selam…