Küresel ekonomik sistemin dönüşümü, iklim değişikliği, yıpranan ekosistem, dünya genelinde büyüyen orta sınıf, nüfus artışı ve obezite gibi birçok neden, gıda arzının ve talebinin belirlenmesinde etken faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Şehirleşmenin hızlı ve kontrolsüz bir artış göstermesi, kırsal kesimlerin üzerindeki üretim yükünün giderek artmasına yol açmaktadır. Ancak ne dünya, ne toplumlar, ne de iklimler artık eskisi gibi değildir. Bu nedenle kırsalda yaşayan insanları sadece tarımsal gıda üreticisi olarak tanımlamamanın vakti çoktan gelip geçmektedir. Onlar da üretimden kopmuşlar ve tüketim toplumunun bir parçası haline gelmişlerdir. Gün geçtikçe köylü veya çiftçi kalmak ya da topraktan üretmek cazip olmaktan çıkmaktadır. Hâlbuki toprak ve ziraat her zamanki gibi değerli ve önemlidir. Tabii ki kıymetini bilene!

2050 yılına kadar dünya nüfusunun yüzde 68’inin kentlerde yaşaması öngörülmektedir. Bu oran, şüphesiz şehirlerin beslenme sorununu da beraberinde getirecektir. Bu çerçevede kırsal-kentsel bağlarını planlı bir biçimde tesis eden ülkeler, sürdürülebilir kalkınmada daha emin adımlarla yollarına devam edecek ve bu sorunu daha kolay bir şekilde aşacaktır. Yakın gelecekte tarımın daha stratejik bir sektör hüviyetine kavuşacağı ve böylece verimli arazilerin hiç olmadığı kadar değerli hale geleceği söylenmektedir. O nedenle Türkiye’nin tarımsal projelerini şimdiden uzun vadeli olarak planlaması önem arz etmektedir. Bu planlamalar yapılırken, karar alma süreçlerine kırsal kesimde yaşayan insanların ve tarım uzmanlarının dâhil edilmesi ihmal edilmemelidir. Bu bağlamda beslenme kalitesinin artırılması, gıda israfının azaltılması, doğal kaynakların bilinçli kullanılması ve gıda sistemlerinin iklim değişikliğine uygun hale getirilmesi şeklinde sürdürülebilir sağlıklı tarım uygulamalarına öncelik verilmelidir.

Şehirleşmenin artması, kentleri küresel sorunlarla daha sık meşgul etmektedir. Bu sorunlar sebebiyle toplumsal istikrarsızlık, göçler, yoksulluk, kıtlık ve yüksek fiyatlar gibi ciddi şoklara karşı daha dirençli tarım politikalarının tesis edilmesi, bir tercihten ziyade zorunluluk haline gelmiştir. Sera etkisi yapan gazların salınımının küresel seviyede yükselmesi, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri, sürdürülebilir tarımın başa çıkmak zorunda kaldığı problemlerin başında gelmektedir. Dünya genelinde silahlı çatışmaların yaygınlaşması, gıda zincirini etkileyen tarımsal hastalıkların etkisinin artması, kırsal yorgunluk ve yoksulluk, iklim kaynaklı doğal afetler nedeniyle tarımsal ürünlerin ve sahaların sıklıkla zarara uğraması şeklinde sıralanabilecek birtakım faktörler, gıda fiyatlarının sürekli dalgalanmasına ve bazı kıtlıkların yaşanmasına neden olmaktadır.

Kıtlığa dayalı bir döngünün sürekli işlerlik kazanmaya çalıştığı böyle bir dönemde, kalkınma politikalarının tarımı göz ardı etmesi, rasyonel bir davranış olamaz. Kırsal kesimde yaşayan insanların sosyal, çevresel ve iktisadi imkânlarının artırılarak konumlarının güçlendirilmesi, sürdürülebilir tarım uygulamaları konusunda desteklenmesi, iklime uygun tarımsal çeşitliliğin sağlanması ve tarım sektöründe eğitsel faaliyetlerin artırılması ile daha fazla ve sağlıklı gıda üretmenin yolu açılabilir. Bu noktada Türkiye, öncelikle tarımın yüksek eğitim ve tecrübeye dayalı profesyonel ve stratejik bir sektör olduğunu kabul ederek işe başlamalıdır. Ardından tarım ve gıda sistemlerini daha dayanıklı, verimli, sağlıklı, üretken ve sürdürülebilir kılacak düzenlemeleri yapmak için kolları sıvamalıdır. Bu doğrultuda ulusal eylem planına, tarım ve gıdayı mutlaka eklemeli, gerçekçi adımlarla tarımı yeniden yüceltmeli ve nihayetinde tarım tekrardan cazip hale getirilmelidir.

Nüfus artışı, obezite, israf ve orta sınıfın genişlemesi gıda talebini yükselten etkenler arasında sayılmaktadır. Bu husus bir yandan dünyanın bir kısmında açlıkların artışına neden olurken, diğer yandan da gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde obezite, aşırı kilo, israf ve gıda fiyatlarında yükselişlerin yaşanmasına kapı aralamaktadır. Dünyanın bu kırmızı alarm halinden kurtulabilmesi için kalkınma programlarında kırsal-kentsel bağların güçlendirilmesine özen göstermesi icap etmektedir. Bu husus Türkiye için de geçerlidir. Son olarak, Henry Kissinger’a ait derin bir anlama sahip, güzel bir ifadeyle yazımızı noktalayalım: “Her kim gıdayı kontrol ederse, milletleri kontrol eder.”