Doksan dört yaşındaki İngiliz sinema sanatçısı William Russell Enoch, “büyük işler, büyük hayaller kurma özelliği olan insanlarca başarılmıştır” diyerek hayal kurmanın gücüne dikkat çeker. İnsanın potansiyeli yaptıkları, yapabilecekleri ve yapacaklarının bir toplamıdır. Bu açıdan ele alındığında insan ufkunun sınırını hayal gücü belirler. Bir diğer ifadeyle hayal kurma, insanın kendi potansiyelini harekete geçirmek için önemli bir adım ve ciddi bir motivasyon kaynağıdır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecinden bugüne, bu coğrafyanın insanı, geleceği gündelik hayatın verileriyle planlamak durumunda kalmıştır. Gündelik ve düşünsel hayatını çevreleyen duvarları aşacak hayalleri kurmasına; ne evinde ne okulunda ne de iş hayatında müsaade edilmedi. Bu durum doğal olarak sanata, edebiyata, spora, politikaya ve tüm bilim dallarına da sirayet etmiştir. Hal böyle olunca, Türkiye, “gününü kurtarmaya çalışan bir ülkeye” dönüşmüştür. Türkiye’yi, şimdiki ve geçmiş zamana mahkûm eden bu karabasan hal, geleceğin ihmal edilmesine yol açmıştır.

Bu çukurdan çıkmak için ebeveynlerden öğretmenlere, siyasetçilerden sanatçılara, insana ve topluma yön veren her kişiye önemli görevler düşmektedir. Vizyon denilen popüler kavramın, aslında geleceğe dönük bir hayal olduğu asla göz ardı edilmemelidir. Bu çerçevede, sinema en önemli hayal üretim merkezlerinin başında gelmektedir. Bu noktada Türk sinemasına ciddi işler düşmektedir. Sinema seyirci sayısının ortalama 50 milyon civarında olduğu ve sinema salonu bulunmayan şehirlerin neredeyse kalmadığı bir Türkiye’de, seyirciye geleceği izlettirmenin vakti gelip geçmektedir.

Batı sineması, seyircisine kendi gelecek vizyonunu aşılarken, Türk sinemasının bu duruma “seyirci kalması” asla kabul edilemez. Mevcut şartlar altında Türk sineması, şimdiki ve geçmiş zamanın gündelik hayatının bir gölgesi olarak, Türk toplumuna, acı hikâyeleri hatırlatmaktan öte hiçbir umut vaat edemez. Türk sineması artık geleceği de düşünmek, dün, bugün ve yarın arasındaki köprüyü inşa etmek, hafıza ile hayal gücünü birleştirmek durumundadır. Geleceğe dair zihinsel bir kurgu, yorum yolculuğu ve sorgulama süreciyle seyircilerine farklı bir bakış açısı da sunmayı ihmal etmemelidir.

Sinemanın, merkezinde insan, hayal ve düşünce vardır. Bu yüzden sinema salt bir ticari kaygıyla tasvir edilemez. Sinema bir tasavvurdur ve önce sinemacıya hayal kurdurur sonra kendi kalemine yansıyan hayaline seyircinin ortak olmasını, katılmasını sağlamaya çalışır. Bunun yanında sinema yoluyla seyirciyle bilinçdışı bir bağ kurulur ve seyircinin bilinçaltı zihin dünyasına dokunulur ve orada kendine yer bulmaya çalışır. İşte tüm bu nedenlerden dolayı Türk sinemasının, Türkiye’nin düşünsel ve hayal gücüne katkı sunması önemlidir.

Türkiye’nin geleceğine dair farklı senaryoların beyazperdeye yansıtılmasının, Türkiye’yi ufuk turuna çıkaracağı ve Türkiye’nin, geleceğe odaklanmasını sağlayacağı aşikârdır. Çocukluk dönemlerimize ait bilim kurgu filmlerinin, bugünün sıradan hayatına dönüştüğünü müşahede etmekteyiz. Yine benzer biçimde, sinema ile dünya siyaseti veya uluslararası ilişkiler ilişkisini yansıtan çok sayıda başarılı yabancı filmlerin, bizim dünyaya olan bakış açımızı şekillendirdiğine de tanıklık ettik. Bu nedenlerden ötürü, geleceğe kamera tutacak senaryoların, Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine de olumlu yönde fayda sağlayacağı muhtemeldir. Bu sayede daha etkin bir kamu diplomasisi de yürütülebilir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin geleceği gençlere, gençlerin geleceği ise onların hayal gücüne bağlıdır. Bu sebeple gençlerin hayal kanallarını tıkayan engellerin ortadan kaldırılması ciddi bir meseledir. Yaşlılar dünü, orta yaşlılar bugünü düşünebilir ama gençler muhakkak yarını konuşmalı, yarın için hayal kurmalı, yarını tahayyül etmelidir. Bu konuda Türk sineması gençlerimizi ihmal etmemelidir.