Hiç şüphesiz, “Arap Baharı” denen devrimci akım, bölge halkının menfaatine değil, zararına neticelendi.

Açılışı Irak yaptı. 2003’te.

Kendi taraftarlarının geneli de dâhil olmak üzere herkes, Saddam Hüseyin’den nefret ediyor, kurduğu diktatöryal rejimin yıkılması için bir umut bekliyordu.

Umut, evet. O umut hazırdı aslında.

Amerika, Saddam’ın sonunu getirecek bir “umut” idi.

Nitekim öyle de oldu.

Amerika, Irak’a savaş açmış, üç günde Bağdat’a girmiş, baskıcı Saddam rejimini yerle bir etmişti.

Firdevs meydanına ulaşan “kahraman” Amerikan askerleri Saddam’ın heykeline bir kement atmış, Irak halkına da çekiç, tornavida, keser, balta ne varsa getirmelerini, yıkılmasına yardım etmelerini söylemişlerdi.

Nihayet, tankın ucuna bağlanan Saddam heykeli bizzat halk tarafından devrilmiş, ülkeye “özgürlük, refah ve demokrasi” gelmişti.

Her gün patlayan canlı bombalar, yağmalar, gasplar, tecavüzler ve bir daha kurulmamak üzere sarsılan devlet otoritesinden habersizce.

Savaştan 13 yıl sonra, bir Iraklının şu acı itirafı hâlâ kulaklarımda;

“Keşke heykelin yıkılmasına engel olabilseydim o gün.”

2010 yılının son aylarına gelindiğinde, aşırı laik Bin Ali yönetimine karşı halk ayaklanma başlatmış ve Tunus yönetimi el değiştirmişti. Arap Baharı’nın en kısa süren iç isyanı yaşandı. Ülkeden firar eden Bin Ali ve ailesi, 2011’de Suudi Arabistan’a sığındı.

Bugün Tunus, geçici hükümetlerle ayakta…

Libya’ya geçelim. Hemen, Tunus’un kapı komşusuna…

2010’da Libya halkı, diktatör Kaddafi hükümetinden yılmış, “özgürlük, refah, demokrasi” için kolları sıvamıştı.

Yaklaşık bir buçuk-iki yıl süren Libya iç savaşında hükümet sonunda devrilmiş, bir kanalizasyon çukuruna saklanan Muammer Kaddafi, halk tarafından linç edilerek öldürülmüştü.

Bugün Libya, geçici koalisyon hükümetleriyle ayakta…

Nereden, ne zaman bir füze geleceği belli olmayan bir meçhulde…

Ve Mısır’dayız.

İnanın, son 5 yılının ciddi keşmekeş günlerini yaşadı Mısır.

İhvancılar’ın çıkardığı iç isyanla Hüsnü Mübarek hükümeti devrildi.

Yerine Muhammed Mursi hükümeti kuruldu.

Devrim sonrası, Hüsnü Mübarek ve saz arkadaşları, müebbetle yargılandı.

Daha 2 yıl geçmeden, bizzat kendi elleriyle atadığı Genelkurmay Başkanı Abdülfettah El Sisi, Mursi’ye darbe yaptı ve İhvan-ı Müslimin yönetimini indirdi.

Yani darbeyle gelen yönetim, bir başka darbeyle indirilmiş oldu. Darbe dönemi çıkan bu karışıklıklarda binlerce insan, hayatını kaybetti. Hüsnü Mübarek beraat etti.

Geliyoruz Suriye’ye…

Suriye de Arap Baharı’ndan nasibini alan ülkelerden oldu.

“Özgürlük, refah, demokrasi” orayı da vurdu.

Ancak, diktatör Beşşar Esad’a karşı yürütülen bu devrim hareketi, halkın yüzüne gözüne bulaştırmasıyla kaosa dönüştü.

Halkın tepesine yağdırılan varil bombaları her geçen gün binlerce insanın canına kıyıyor, olan masum Suriyeliye oluyordu.

Ve en acı tablo;

Ölen de “Allahuekber” diyordu, öldüren de… Giden Esad değil, kendisine karşı ayaklanan halk oldu. Bugün hâlâ belirsizliğini koruyan Suriye, bölünme tehlikesiyle karşı karşıya.

Batılı devletlerin müdahalesiyle daha da içinden çıkılmaz bir hal alan Suriye, çeşitli terör örgütlerinin de yuvalandığı bir düzlem halini aldı.

Son söz olarak şunu diyelim; halkın yıkıp da, yerine getirdiği yönetimler, eskisinden daha iyi oldu mu? Gerçek anlamda “hürriyet” getirildi mi?

“Demokrasi” sağlandı mı? “Refah” yağmuru altına mı girdiler bir anda?

 

Ziya POLAT

01.03.17