Dünyada ve ülkemizde küresel ısınmanın etkisiyle mevsimlerin yer değiştirdiğine şahit oluyoruz.

Öyle ki bahar ayında ülkemizde yağan karın birçok tarım ürününe zarar verdiğini gördüğümüz ve yaşadığımız bu ayın içerisinde ekonomik anlamda da ciddi zararlarla karşı karşıya olduğumuza tanıklık ediyoruz.

Bir taraftan zirai don diğer taraftan ise tarımla uğraşan ve tarımda çalışan yaş ortalamasının 59 civarı bir seviyeye çıktığı günümüzde ülkemiz tarımının geleceğini düşünmek, bu anlamda çalışmalar yapmak zorundayız.

Her geçen gün tarımda yaşadığımız problemlerin biraz daha arttığı ve küresel ısınma ile birlikte tarım yapmanın daha da zorlaştığı bu dönemde eğer ciddi önlemler kararlı bir şekilde hayata geçirilmezse önümüzdeki dönemlerde zor bir zaman diliminden geçme ihtimalimiz bugünden bilinmesi gereken bir realite olarak ortada durmaktadır.

Örneğin tarımda çalıştıracak genç bulamıyoruz ve tarım alanında çalışanların birçoğunu mülteci olarak ülkemizde yaşayan yabancılar oluşturuyor.

Öyle ki mültecilerin ülkelerine döndüğünü gördüğümüzde tarımsal üretimimizin de ciddi sekteye uğradığına şahit olacağız gibi duruyor manzara.

Bu ayın başında yaşanan zirai don yaklaşık 65 şehrimizi son derece olumsuz etkilemiş durumdadır.

Zirai donun vurduğu ürünlerin bazısında yüzde 100 oranında, kimisinde yüzde 90, kimilerinde ise yüzde 70 ve yüzde 60 oranlarında ciddi zararlar ve kayıplar söz konusudur.

Düşünsenize don örneğin Malatya ilimizde neredeyse kayısının yüzde 100’ünü vurmuştur ki oradaki çiftçimizin hâli ne olacak?

Sadece meyve sebzede değil, hububat ve pancarda bile don birçok ilde ciddi zararlara yol açmıştır.

Donun iki türlü zararı olacaktır ki bunlardan birincisi çiftçinin gelir kaybının çok büyük olacağı gerçeğidir; hatta bazı bölgelerde sıfıra yakın bir gelirle karşı karşıya kalınacaktır.

İkincisi ise vatandaşımız bu ürünlere ulaşabilmek için ciddi rakamlar ödemek zorunda kalacaktır ki bu ürünler, ülkemizde don yaşandığı için dışarıdan ithal edilmek durumunda kalınacaktır.

Tarımda 2030 yılından sonra kişi başına su miktarının ülkemizde bin metreküpün altına düşeceği gerçeğiyle su politikalarımızı sıkı sıkıya uygulamak zorundayız.

Bunun için su verimliliğini en üst düzeye çıkarmak ve elimizdeki suyu en verimli şekilde kullanmak mecburiyetinde olduğumuz bilinci ile hareket etmek durumundayız.

Su kayıplarını minimum seviyelere indirmek hatta sıfır su kaybı ile yolumuza devam etmek mecburiyetindeyiz.

Bunun yanında an itibarıyla sulamaya açılmamış olan yaklaşık 2 milyon hektar büyüklüğündeki arazilerimizi en iyi ve en verimli şekilde değerlendirmek durumundayız.

Tarımda havza bazlı destekleme yöntemini devam ettirmek mecburiyetindeyiz.

TARSİM’i her an daha da geliştirmek ve çiftçimizi en iyi düzeyde korumayı başarmalıyız.

Bundan sonraki süreçte pandeminin bize öğrettiği tarım ve gıda konusunda ithalatın çözüm olamayacağı gerçeğiyle hareket ederek daha önceki yıllarda olduğu gibi ürettiğimizle kendi kendimize yeten bir ülke konumuna gelmek zorundayız.

Tarımsal üretimi her geçen gün artırmak üzerine politikalar geliştirmeli ve bu politikaları zaman kaybetmeden uygulamaya koymalıyız.

Ülkemizin böyle bir potansiyeli olduğunu bilerek hareket edersek tarımsal anlamda ciddi yol alabileceğimizi görmüş oluruz.