Türkiye, bir gelenek hâline getirdiği ve demokrasinin en önemli simgelerinden biri olan bir seçimden daha alnının akıyla çıktı. Benim için de net sürprizlerin yaşandığı yerel seçimlerde seçmen, 22 yıldır kesintisiz iktidar olan AK Parti'ye çok net bir mesaj verdi: Kendini toparla!

Türkiye, 2007'den beri yaşadığı tüm seçim süreçlerini hep olağanüstü bir havada tamamladı.

FETÖ kumpasına dönen Ergenekon-Balyoz davaları, Gezi Parkı olayları, 17/25 Aralık kumpasları ve 15 Temmuz darbe girişimi…

Hemen hepsi bir seçim dönemine denk gelen bu olağanüstü havada söylemler de yaşanan olayların şiddetine göre sertleşti ve Türkiye, 17 yıl önce yakaladığı normalleşme iklimini terk ederek daha millî, daha ulusalcı ve sert söylemlerin havada uçuştuğu bir siyasi iklime büründü.

Şunu açık bir şekilde ortaya koymak mümkün; AK Parti'nin 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde yaşadığı mağlubiyet, CHP başta olmak üzere muhalefetin bir başarısı değil.

Sandıktan çıkan sonucu, seçmenin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bir sitemi olarak değerlendiriyorum.

Aksi durumda 14 Mayıs seçimlerinde de benzer bir tablo ile karşılaşmalıydık.

Seçmen ne oldu da 10 ay önce genelde yetkilendirdiği Cumhurbaşkanı ve partisini, yerelde cezalandıracak duruma geldi?

Bunun iki sebebi var.

Birincisi, kabul edelim ki ekonomik kriz! Düşmeyen enflasyon, artan faizlere rağmen yükselişi dinmeyen döviz kuru ve azalan alım gücü…

2007'den beri yaşanan olağanüstü hâl durumu sebebiyle seçmenin bir şekilde "Önce birlik!" diyerek ötelediği ekonomik gerekçeler, 31 Mart seçimlerinde tercih belirleyici oldu.

İkincisi ise AK Parti'nin özellikle 2002-2011 dönemini kapsayan kuşatıcı, kucaklayıcı söylemlerinden uzak kalması.

Süreç içerisinde MHP ile kurulan ittifakın yanı sıra dünyadaki ırkçılığın yükselişine paralel Zafer Partisi'yle yarışırcasına sertleşen ve ırkçılık boyutuna varan söylemler yorucu hâle geldi.

Hatta bir üçüncü sebep daha ekleyeyim: 14 Mayıs seçimlerinin ardından kurulan hükûmet, herkes tarafından bir "normalleşme" hükûmeti olarak algılandı ve toplumda buna yönelik beklentiler de oluştu.

Bu süreçte yerel seçimlerden sonra AK Parti ve toplumun yabancı olmadığı eski-yeni bir dil, eski-yeni bir anlayış ortaya konulacağı da kulislerde konuşuluyordu.

Ve fakat bu yaklaşımın ötelenmesi de "bence" yerel seçimlerdeki tablonun ortaya çıkmasına katkı sağladı.

Bu; Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş veya diğer CHP'li adayların başarılı olduğu bir seçim değil; AK Parti'nin kendini yenileyememesi ve sıkıştığı söylemden kurtulamaması nedeniyle seçmen tarafından uyarıldığı bir seçim olarak tarihe geçti.

Ve şu andan itibaren ana muhalefet partisinde bir liderlik kavgasının da yaşanacağı çok net.

Hemen herkes, İmamoğlu'nun Özgür Özel'le CHP Genel Başkanlığı için üstü örtülü bir mücadeleye girdiğini biliyor. Ankara'da en yakın rakibine yüzde 25 fark atan Mansur Yavaş'ın, bu galibiyetinin ardından "Yarışta ben de varım!" diyerek liderlik koltuğuna ortak olma çabalarına ve CHP'li belediyelerde halka hizmet yerine bir kayıkçı kavgasına şahit olacağımızı şimdiden söylemek mümkün.