129 gün geride kaldı.

Kimse bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiyordu.

"İsrail 10-15 gün saldırır, 2-4 bin Gazzeli öldürür, alt ve üst yapıyı biraz tahrip eder, çekilir" diye düşündü herkes.

Öyle olmadı.

Dört ay geride kaldı.

Uzaktan şahitlik etmesi bile dayanılmaz olan acılara maruz kaldı henüz yaşını almamış bebekler.

Aileler parçalandı, hikâyeler yarım kaldı, hayaller ve umutlar da dünyanın gamsızlığında boğulmaya yüz tuttu.

Başardılar.

Dünyanın gözü önünde bir toplumu yok etmeyi başardılar.

An itibarıyla 28 bin diye açıklanıyor ama bir o kadar da tespit edilemeyen ölü var Gazze'de.

"Barışı dünyanın özgür halkları getirecek" demiştim.

Yeterince özgür değildik sanırım.

Yürüdük, bağırdık, çağırdık, lanet ettik.

Her fotoğrafta gözlerimiz doldu, ağladık ve nihayetinde duyarsızlaştık.

Artık Gazzeli ölüler sayılardan ibaret.

En acıklı olanı ise "Daha kötü ne olabilir?" diyerek alıştık bu duruma.

*

Uluslararası Adalet Divanı'nda görülen soykırım davasından sonuç bekleme gafletine düştük.

Ne karar verildiği belli bile olmayan bir metinle çıkarak bir parmak bal çaldılar ağzımıza.

Mahkemenin İsrail'i yargılama yetkisi var mı, yok mu; o bile belli değil.

Belli de değil..

"Ben bu çağdan nefret ettim, etimle kemiğimle nefret ettim." demişti şair.

Şiir sevmem; bu yüzden şair de şiir de bilmem.

Şiiri, ruhlara çalınan bir parmak bal olarak değerlendiriyorum.

Eyleme dönüşmeyen düşüncelerin kelimelere dökülmesi ile alındı gazımız.

Durduramadık soykırımı, zulmü…

Yeterince haykıramadık.

Hatta oturmuş, bu yazıyı yazdığım için kendime kızıyorum.

Amacım ne?

Utanıyorum kendimden.

Hiçbir şey yapamadığım için yazdım sadece. En vurucu cümleleri seçtim haberimi yazarken.

Daha fazla dikkati çeksin diye sarsıcı başlıklar düşündüm manşetlerimde.

Ne geçti elime?

Kelimelerin gücüne sığınarak belki de bir nebze olsun değişim yaratabileceğimize inandık.

Nafile.

Dünya sahnesinde yaşananlar karşısında sadece birer seyirci olmaktan öteye geçemedik.

Kalemimiz, sesimiz, çığlıklarımız boşlukta yankılandı ve yavaşça sessizliğe gömüldü.

Gazze'de akan kan, yıkılan hayatlar, söndürülen umutlar...

Her biri insanlık tarihine kara bir leke olarak geçti, geçmeye devam ediyor.

Biz, belki de en büyük hatayı, adaletin bir gün tecelli edeceğine dair sahte bir umuda kapılarak yaptık.

Oysa ki tarih boyunca adalet her zaman güçlülerin lehine işlemiş, mazlumların çığlıkları boğulmuştur.

Bu acı gerçek, Gazze'deki durumun sadece son örneği.

*

Yine de bu gerçekleri bile bile bir şeyler yapma, değişim yaratma umudunu içimizde canlı tutmaya çalışıyoruz.

Çünkü susmak, kabullenmek, göz yummak en büyük ihanettir. Bunu biliyorum.

*

Ama gerçek şu ki; Gazze'de yaşananlar, insaniyetin sınırlarını zorlayan bir trajedi.

Ve bu trajedi, dünyanın dört bir yanında yankı buluyor, bulmalı.

Sözlerimizle, yazılarımızla, eylemlerimizle bu yankıyı daha da güçlendirebiliriz belki.

Evet, belki tek başımıza dünyayı değiştiremeyiz ama en azından denemiş oluruz.

Denemekten vazgeçmemeliyiz.

Çünkü vazgeçmek; Gazze'deki bebeklerin, kadınların, erkeklerin, yaşlıların çektiği acılara sırt çevirmek demektir.

Böylelikle kalemimi bir kez daha kâğıda sürüyorum.

Belki değişen bir şey olmayacak.

Ama en azından sessiz kalmadığımı; gördüğüm, duyduğum, hissettiğim her şeye rağmen insanlığa olan inancımı kaybetmediğimi bilmek istiyorum.

Belki bir gün, bu karanlık dönem geride kalır ve Gazze, barışın ve huzurun egemen olduğu, çocukların kahkahalarının yankılandığı bir yer olur.

İşte o gün, belki de bu satırların izi, karanlık bir dönemin tanığı olarak kalır.

Ancak o zaman, belki de yazdıklarımızın, söylediklerimizin, haykırdıklarımızın bir anlamı olur.

O güne dek yazmaya, konuşmaya, haykırmaya devam etmeliyiz.

Çünkü susmak, unutmak, unutturmak en büyük zulümdür.

Ve biz, zulme ortak olmayacağız.