Çeyrek asır önce, 2000’li yılların başında açtığımız bir akademide batı dillerinin yanı sıra Arapça ve Osmanlıca kursu da programda vardı. Müfettişler tarafından denetlenen kursun bir sınıfında tahtada Arapça harfleri gören müfettiş şikâyette bulunmuş. O nedenle Milli Eğitim Bakanlığı’na gittik, yaptığımızın Arapça eğitimi olduğunu ve uluslararası sertifikalı bir program yaptığımızı anlatınca “Arapça eğitimin bizde müfredatı yok. Müfredat olmadan size eğitim yaptıramayız” dediler. Çok şaşırdık, bir anlam veremedik. “Biz bir program hazırlayıp gönderelim. Siz onayladıktan sonra Arapça kursu verenler bundan böyle zor durumda kalmasın” dedik. Nitekim program onaylandı, eğitime devam ettik.

Geçen hafta sonu 10.su düzenlenen Uluslararası Arapça Fuarı’nın açılışına katıldım. Kendi kendime “Çok şükür, nereden nereye geldik” diye içimden dua ettim. Tahtada gördüğü Arapça harften panikleyen yöneticilerden uluslararası Arapça kitap fuarına gönül rahatlığıyla katılan yöneticilere kavuştuk. Kültür Bakanlığı, İstanbul Ticaret Odası, Türkiye Basım Yayın Meslek Birliği, Basın Yayın Birliği Derneği, Uluslararası Arap Yayıncılar Birliği ve Anadolu Ajansı’nın desteklediği fuara 24 ülkeden 300 yayıncı katılım sağladı.

Böylesine önemli bir fuarın İstanbul’da yapılması, yapılan işin önemini artırıyor. İstanbul yüzyıllarca Arapça konuşan ülkelerin başkenti olmuştur. Bugün Arapça konuşan ülkelerin hemen hemen tamamı Osmanlı Devleti’ne bağlı idi. Osmanlı Devleti’nde Türkçeden sonra en çok konuşulan dil Arapça idi. Türkler, dinlerinin dilini Araplara öğretecek kadar öğrenmişlerdi. Bunlardan biri de tahta bacaklı gezgin âlim Carullah Zemahşeri’dir. Türkmenistan’da doğan Zemahşeri, Arapça bilgisinde o kadar ileri gider ki bir gün Ebu Kubeys tepesine çıkar ve kalabalığa “Ey Araplar! Gelin, atalarınızın dilini size öğreteyim ”diye seslenir.

Arapça öğrenmek için çok çaba sarf ettim, özel kurslar aldım ama yine de şöyle gönül rahatlığıyla konuşacak seviyeye getiremedim. Şimdi gençlerin çok güzel Arapça konuştuklarına şahit oluyorum. Bunda Arap ülkelerinden, özellikle Suriye’den gelenlerin büyük katkısı oldu. Bu durum Arap ülkeleriyle olan ticaretimizi de artırdı. Bu arada ülkemizin özellikle Güney Doğu Anadolu Bölgesi başta olmak üzere birçok şehrinde ana dili Arapça olan vatandaşlarımızın varlığını da unutmamak lazım.

Arapça, Türkçe ve Farsça, İslam Medeniyetinin en önemli 3 dilidir. Bu üç dil birbirini besleyerek büyük bir medeniyetin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Türkçeyi bir dönem Arapça ve Farsçadan arındıralım derken dili nasıl yoksullaştırdığımızı, kabile diline döndürdüğümüzü gördük. Arapçadan ve Farsçadan kaçalım derken İngilizce, Fransızca istilasına uğradık. Bir caddede Arapça tabela görenler feryadı koparırken İngilizce tabelalara niye ses çıkarmazlar anlamak mümkün değil.

Fuarda dolaşırken bir grup genç önümüzü kesti. Türkiye’de okuyan Arakanlı gençlerdi bunlar… Fuarda stant açarak ülkeleri Myanmar’da yaşadıkları soykırımı anlatmaya çalışıyorlardı. 4 milyon Arakanlıdan sadece 600 bini vatanında yaşıyor maalesef... Myanmar ordusu ve Budist çeteler, masum insanlara büyük katliam yapmışlar, tecavüzler, işkenceler uygulamışlar. Gençler, daha etkili farkındalık çalışması için, “Biz ne yapalım ne tavsiye edersiniz” diye sordular. Benim tavsiyem de, “Sivil toplum örgütlerini, medyayı ziyaret edin. Anlatın, haberdar edin. Akademik çalışmalar yapın, soykırımı kayıt altına alın” şeklinde oldu ama içim burkuldu, yüreğim yandı. Tıpkı Filistin’deki gibi elimizden duadan başka bir şey gelmemesinin mahcubiyetini yaşadım.