Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti, sürekli Batı’nın veyahut kestirme ifadelendirmeyle Haçlıların; taciz, tecavüz ve tehditlerini bertaraf etmeye çalışarak hayatını idame ettirmek zorunda kaldı.

Peki, neden sürekli taciz altında tutulduk; bazen fiili ve askeri, bazen ekonomik ve her daim kültürel?..

Bunun alt alta birkaç sebebi sıralanabilirse de hepsini kuşatıcı tek bir sebep vardır ki o da İsmet Özel’in billurlaştırdığı ifadeyle, “Türkiye’nin İslâm’ın yegâne askeri gücü ve siyasi organizasyonu olmasıdır.”

Diğer İslam ülkeleri ekonomik olarak ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, Türkiye kadar tesir gücüne haiz ve Türkiye kadar liderlik vasıflarında bir ülke olabilmeyi başaramazlar.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’dan tevarüs eden coğrafyayla ilgilenmeye başladıktan sonradır ki batı tarafından kontrol edilmekten kurtulmaya başladı.

Türkiye’nin Kontrol edilebilir stratejik bir ortak olması demek Osmanlı’nın kadim topraklarında batının yani emperyalizmin ekonomik planlarının devam ediyor olması demekti.

Şimdi emperyalizmin planları tehlikeye girdi.

Türkiye, Batı’nın planlarının işleyişi ve devamının kendisini kadim topraklarında bir jandarma vasfından öteye taşımadığının farkında vardı ve tehlikeli günler böylece başlamış oldu.

Dolar kurlarının artırılmasıyla yapılmaya çalışılan şey, evvel ahirde içine baş aktör ABD’yi de koyacağımız Batı’nın bize hiçbir zaman dost ve müttefik gibi davranmadığının gün yüzüne çıkması bakımından önemli bir fırsattı.

Bu uyanış imkân ve ihtimalini ıskalamak üzereyiz.

ABD ürünlerine boykot faslı saman alevi gibi geldi, geçti ve söndü.

Mesela Hollywood mahsullerine dokunmadan geldi, geçti ve söndü.

Her nedense bir hayat tarzı olan Batıcılığı sorgular hale gelemeden söndü.

Türkiye’nin en başından beri Batı’nın açık bir pazarı olduğuna vurgu yapan yazılar yazılmadı.

Batı’nın hayat tarzının, kültürünün, Batı gibi düşünme biçiminin en önemli mekanizması olan Hollywood’un teğet geçildiği bir boykot kampanyasının tutarsız ve başarısız olacağı en başından belli olmasına rağmen, Amerikan ürünlerine karşı ve onları boykot eden insanlar olarak, Amerikan sineması tarafından zihinleri biçimlendirilmiş şekilde yaşamaya devam ettik.

Ülkemizi, çocuklarımızı yani geleceğimizi Amerikan ve topyekûn Batı işgalinden kurtarabilmek için bu boykot kampanyaları iyi bir başlangıç teşkil edecekti.

Ne var ki, bir iki tanesi müstesna bizim mahallenin eli kalem tutanları anti Batıcı yazılar yazmadılar.

Batı muhafazakârlığının eleştirisi üzerine bir tartışma başlatamadılar.

Bir hayat tarzı olan Batı kültürünü boykot üzerine ve öze dönüşe dair zihinlere yeni ve farklı çözümler, çareler sunan düşünceler geliştirmediler.

En önemlisi, İslâm’ın küresel emperyalizme ve kapitalist sisteme karşı teklifleri olan ve sömürü düzenine sosyal hayatın hiçbir alanında hayat hakkı tanımayan yeryüzündeki yegâne dünya görüşü olduğu gerçeği hiç ama hiç hatırlanmadı, hatırlatılmadı.