Günümüzün en büyük kaybı, sessizliktir.

Telefonların hiç susmayan bildirimleri, ekranların sürekli parlayan ışıkları, akışların bitmeyen yenilenmeleri… Artık sessizlik, neredeyse bir lüks hâline geldi. Çevremizdeki gürültü sadece dışarıdan değil; cebimizde taşıdığımız cihazlardan da yükseliyor. Dünya sanki hiç susmuyor.

Teknoloji hayatımıza kolaylık kattı, evet. Bir tıkla haber alıyor, bir mesajla kilometreler ötedeki insanlara ulaşıyoruz. Fakat aynı teknoloji, zihnimizi sürekli meşgul tutuyor. Düşüncelerimiz, ekrandan ekrana, bildirimden bildirime savruluyor. Eskiden bir kitabın sayfasında derinleşmek, bir manzaraya dalıp gitmek sıradan bir şeydi. Şimdi ise dikkatimizi beş dakikadan fazla bir yerde tutmak bile neredeyse imkânsız. Çünkü sürekli uyarılıyoruz, sürekli çağrılıyoruz. Adeta durmadan koşturan bir zihne hapsedildik.

Oysa sessizlik, insanın kendine dönmesinin en güçlü yoludur. İçindeki dağınıklığı toparlamanın, zihnindeki karmaşayı dindirmenin en doğal yöntemidir. Sessizlikte insan, kendi sesini duyar. Kalbinin ritmini, nefesinin dinginliğini, düşüncelerinin özünü… Gürültü içinde bunları duymak mümkün değildir.

Belki telefonu tamamen kapatmak zor. Belki dijital hayattan kopmak neredeyse imkânsız. Ama kendine birkaç dakika ayırmak mümkündür. Uykudan önce birkaç dakikalık ekran sessizliği… Gün ortasında derin bir nefes için verilen kısa bir mola… Sessizlik, büyük adımlar değil, küçük seçimlerle geri kazanılır.

Teknoloji ilerledikçe unutulmaması gereken bir hakikat var: Sessizlik, ruhun en doğal enerjisidir. Bizi gerçekten şarj eden şey, ekran ışığı değil; içimizdeki huzurdur. Gürültünün ortasında sessizliği bulabilenler, çağın en büyük özgürlüğünü yeniden keşfedenlerdir.