Her bildirim dikkatimizi bölüyor, her yeni bildirim sesi düşünce akışımızı kesintiye uğratıyor. Artık bir konuya beş dakikadan fazla odaklanmak, neredeyse imkânsız hale geldi. Bir cümle bile tamamlanmadan yeni bir bildirim beliriyor ekranımızda. Düşünce, daha oluşamadan kesiliyor. Zihin, yarım kalmış fikirlerin çöplüğüne dönüyor.

Modern çağ, bize bilgi yağdırıyor ama anlamdan mahrum bırakıyor. Gözümüz ekranlarda, parmaklarımız kaydırma hareketinde. Haber başlıklarına göz gezdiriyoruz ama derinlemesine okumuyoruz. Yoruma bakıp kanaat oluşturuyoruz, içerikle gerçek bağ kurmadan karar veriyoruz. Öğrenmek bile yüzeyde kaldı artık. Bilgiye ulaşmak kolaylaştıkça, anlamak zorlaştı.

Çünkü yüzeyde yaşamak kolaydır. Derinleşmekse emek ister. Sessizlik ister. Odak ister. Yalnızlık ister. Ve ne yazık ki bu üçü de teknolojik çağda verimsizlik olarak damgalanıyor. Oysa insan ancak derinleştikçe kök salar hayata. Sığ suda yüzen balık, okyanusun derinliğini bilemez.

Zihin, sonsuz sekmeler arasında parçalanıyor. On farklı uygulamada yarım kalan işler, okunmamış mesajlar, izlenmemiş videolar, dinlenmemiş müzikler… Ama hepsi bir şekilde başlatılmış. Bitirmek değil, başlatmak alışkanlık oldu. Oysa bir fikri sonuna kadar düşünmek, bir duygunun içinden geçmek, bir düşünceyi taşımak… İşte asıl derinlik burada başlar.

Derin düşünmek bir direniştir bu çağda. Hızın, dikkatsizliğin, yüzeyselliğin dayatıldığı bir dünyada, durup düşünmek bir devrimdir. Dış sesleri susturup iç sesine kulak vermek, her şeyin “anlık” olduğu bir çağda kalıcı bir iz bırakma çabasıdır.

Şimdi sadece teknolojiye değil, kendimize de soralım: Gerçekten neyi düşünüyoruz? Ne kadarını hissediyoruz? Düşüncelerimiz bize mi ait, yoksa algoritmaların yönlendirdiği tepkiler mi yalnızca?