Türk-Arap ilişkilerinde bir ay içerisindeki üç gelişmeye dikkat çekmek isterim.

Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı’na başkanlık sürecinde Kudüs’ün savunulması noktasında öncü rol oynadı.

Sudan stratejik konumu olan Sevakin Adası’nı, imarı ve ihyası için bir süreliğine Türkiye’ye tahsis etti.

Çad ise ülkenin en işlek caddesi olan Devlet Caddesi’nin ismini, İstanbul-Encemine “kardeş şehir” ilişkisinin nişanesi olarak “İstanbul” şeklinde değiştirdi.

Son bir ay içerisinde gerçekleşen bu üç gelişme, Türk-Arap ilişkilerinde sevgi bağlarının güçlendiğine işaret ediyor. Bu duygusal potansiyelin siyasi, sosyal ve ekonomik pek çok yansıması da oldu elbette.

Fakat son yüzyıla baktığımız zaman gördüğümüz üzere Türk-Arap-Fars-Kürt… Halkların birbirine yaklaşmaması, ortak projeler üretmemeleri, hayata dair ortak söylem geliştirmemeleri üzerine kurgulanmış tüm sınırlar, siyaset, medya ve ekonomik ilişkiler…

İşte bu düzeni aşan, bu düzene aykırı bir çıkış yakalayan kim varsa bu düzenden beslenen Batıcılar tarafından sabote edilmeye çalışılıyor.

Türk-Arap ilişkilerinde ayrımcılık yüz yıldır şu iki argüman üzerinden yürütülüyor.

1- Bize şunu söylüyorlar: Osmanlı dağılırken Araplar sizi sırtınızdan vurdu.

2- Aynı mihrak Araplar’a dönüp de şunu tekrarlıyor: Osmanlı sizi yüz yıllar boyunca sömürdü.

Bu söylemlerin gücü, toplumlar arasında gönül köprülerini yıkmaya yetmese de devletler arasında her zaman bir mesafe oluşturulmasına neden olmuştur.

Ama artık bu sözde söylemlerin bir tutarlılığı kalmamıştır. Bu lafları üreten, yayan sömürgeci zihniyetin hem Ortadoğu’ya hem de Afrika’ya neler yaptığı aşikârdır. Gün birlik olmak vaktidir.

Birlik olma sürecinin nüveleri yeşermeye başladığında Arap ve Türk siyasetinde, medyasında yer alan zihnini Amerika’ya kiraya vermiş satılmış ruhlular şöyle konuşmaya, yazmaya başladı.

Suudi Arabistan’da kraliyet ailesine yakın Ukkaz Gazetesi’nde ‘Size Sudan, bize Yunan’ başlığı ile şu tehditkâr yazı yayınlandı: “Türkiye, Sudan’da ise biz de Ermenistan, Yunanistan ve Kürdistan’dayız.

Birleşik Arap Emirlikleri’nin Dışişleri Bakanı da, “Arap dünyası Ankara ve Tahran’dan yönetilemez” dedi.

Türkiye’ye geldiğinizde ise medyamızda konuşan “Batıcılar” vardı. Onlar da yönümüzü asla Ortadoğu’ya değil, Batı’ya dönmemiz gerektiğini, bizim yerimizin Avrupa olduğunu söylüyorlar, küreselleşme süreçlerini, global ilişkiler ağını atlayarak, 60’larda kalmış bir akıl yürütmesiyle…

Rahatsız olanlar olmaya devam edebilirler.

Türkiye tüm bu marjinal-itici söylemleri bir kenara bırakarak reel-politiği gerçekleştirirken, resmi sınırları aşan gönül coğrafyamızla ilişkileri de sürdürecek.

Türkiye, İran ile de Suudi ile de ABD ile de Rusya ile de diplomasisini sürdürecek, mazlum coğrafyalarda da olmaya devam edecek.