Lezzet, hayata bir anlam katar. Yüzyıllar boyunca farklı kültürler, kendi özgün tatlarını ve lezzetlerini sürekli canlı tutmuşlar. Bu zengin çeşitlilik, günümüzde de gastronominin en ilham verici kaynaklarından biri sayılıyor. Gastronomik lezzet üreten markalar ise bu zengin mirası, modern bir yorumla soframıza taşırken lezzet tutkunlarının da vazgeçilmez adresi olmuş.  

Peki, gastronomi dünyasında bir markayı özel kılan ne olmalı? Sadece lezzetli ürünler sunmak mı? Kesinlikle hayır! Bir marka, tüketiciyle duygusal bir bağ kurmalı, ona unutulmaz bir deneyim yaşatmalı.

EdoVital

‘Taşköprü’nün siyah incisi’

EdoVital’in ürettiği siyah sarımsak, sadece bir sarımsak türü değil; coğrafi işaretli Taşköprü sarımsağının fermente edilmiş bir hâli.

Taşköprü’nün benzersiz doğasında filizlenen siyah sarımsağın bir mucize gibi ihtiyacı olan sıcaklık, nem ve toprak bileşimi, yalnızca bu coğrafyada bulunuyor. Bu, bir nevi Anadolu’nun ruhunu ve emeğini temsil eden bir hazine olarak da kabul edilebilir. EdoVital’in başarısının temelinde, Taşköprü sarımsağına olan inancı ve bağlılığı yatıyor. Dünyanın en kaliteli sarımsaklarının üretildiği bu topraklarda, çiftçilerle kurulan güçlü işbirliği sayesinde en iyi ürünler seçiliyor. Her bir sarımsak tanesi, tarladan sofraya uzanan yolculukta titizlikle izleniyor. Üretim sürecinin her aşaması hijyen ve kalite standartlarına uygun bir şekilde gerçekleşiyor.

KOSGEB desteği ile büyüdü

Bir hayal, Anadolu’nun verimli topraklarında kök salıp dallanarak uluslararası bir başarı hikâyesine dönüşüyor. Bu hayalin adı: EdoVital. 2014 yılında Halit Cebeci’nin öncülüğünde Kastamonu’da kurulan bu mikro işletme, yalnızca siyah sarımsak üretimine odaklanarak büyük bir dönüşümün fitilini ateşliyor. Taşköprü’nün altın değerindeki sarımsağına hak ettiği değeri kazandırmak, EdoVital’in en büyük tutkusu oluyor. EdoVital, kurulduğu ilk günden itibaren yenilikçiliği rehber edindi. 2015 yılında KOSGEB İnovasyon Desteği’yle ödüllendirilen “Siyah Sarımsak Üretimi” projesi, firmanın bu alandaki vizyonunu ortaya koydu. 2017 yılında KOSGEB Endüstriye Uygulama Desteği ile başarısını perçinleyen EdoVital, yalnızca üretim değil, aynı zamanda bir inovasyon merkezi olarak da öne çıkıyor.

Ödüllü bir marka

EdoVital, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nin Farmakoloji ve Farmakognozi bölümlerinden aldığı danışmanlık hizmetiyle, siyah sarımsağın kozmetik ve ilaç sanayisinde hammadde olarak kullanılmasını sağladı diyebiliriz. Bu başarı, uluslararası arenada da yankı buldu. 2018 yılında Metro Gross Market için ürettiği Metro Chef markasıyla, PLMA (Private Label Manufacturers Association) yarışmasında “Bitki ve Baharatlar” kategorisinde “PLMA 2018 Mükemmelliğine Saygı Ödülü”nü kazandı. Dünya çapında dört binden fazla şirketin yarıştığı bu platformda siyah sarımsak, inovasyonun ve kalitenin sembolü olarak değerlendirildi. Bugün, EdoVital ürünleri büyük market zincirlerinin raflarında yer alıyor.

Gurme Trüf

‘Doğanın derinlerinden sofralara uzanan lezzet yolculuğu’

Gurme Trüf, doğanın sunduğu en nadide armağanlardan biri olan trüf mantarını, ustalıkla işleyerek gastronomi dünyasının zirvesine taşıyan bir marka olarak dikkati çekiyor. Trüf mantarının büyülü dünyasına ilk adımını atan Onur Özmet’in 2015 yılında başlattığı bu yolculuk, bugün Türkiye’nin dört bir yanında keşfedilen lezzetlerin özenle sofralara taşındığı bir marka hikâyesine dönüşüyor. Türkiye’nin verimli topraklarında Özmet Ailesi’nin hassasiyetle oluşturduğu avcı ağı sayesinde, Türkiye’nin dört bir yanından toplanan en kaliteli siyah ve beyaz trüf mantarları, doğallığını koruyarak ve titizlikle seçilerek sofralara ulaşmakta.

Bir toprak kokusuyla başlayan hikâye

Gurme Trüf, yalnızca taze trüf mantarlarının tüketimini değil, aynı zamanda bu eşsiz lezzetin farklı formlarda sofralara taşınmasını da sağlıyor. Konserve trüf mantarları, trüf yağı, trüf dilimleri, trüf salsa ve baharatlarla zenginleştirilmiş ürünleri, hem profesyonel mutfaklarda hem de evlerde dokunuşlar yapmayı mümkün kılıyor. Her bir ürün, doğanın zarafetini ve ustaların incelikli dokunuşlarını bir araya getiriyor. Gurme Trüf’ün hedefi yalnızca bir lezzet sunmaktan öte; müşterilerinin ihtiyaçlarını anlamak, onların beklentilerini aşmak, her yeni gün hizmet kalitesini bir adım daha ileriye taşımak ve trüf mantarını bir lüks olmaktan çıkarıp erişilebilir ve keyifli bir deneyim hâline dönüştürmek.

Doğanın gizemli ürünü ‘trüf mantarı’

Bu tutku, doğanın gizemli derinliklerinden sofralara taşınan bir serüvenin adıdır. Gurme Trüf, trüf mantarının binlerce yıllık geçmişine, toprağın büyülü kokusuna ve bu özel lezzetin sofistike dünyasına gönül vermiş bir marka. Onur Özmet ve ailesinin bu eşsiz mirası, hem doğaya duyulan derin bir saygıyı hem de insanlara sunulan değerli bir hediyeyi temsil eder. Her bir üründe hissedilen bu titizlik, aslında Gurme Trüf’ün yaşam felsefesini yansıtır: Lezzetin en iyisi, doğanın en saf hâliyle buluştuğunda ortaya çıkar. İşte bu yüzden, Gurme Trüf yalnızca bir marka değil, aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Toprağın kalbinden alınan her parçayı bir sanat eserine dönüştüren bu marka, mutfaklarda bir fark oluşturmak için var.

Beylerbeyi Pizza

‘Hamurun ve azmin zaferi’

Hayat bazen hiç beklenmedik anlarda, en karanlık köşelerinde bir ışık yakar. İşte Necla Akkuş’un hikâyesi, o ışığın peşinden koşan, umudunu hiç yitirmeyen bir kadının yaşam mücadelesini anlatır. Sivas’ın bir köyünde başlayan yolculuk, İstanbul’un tarihî semti Beylerbeyi’nde pizza kokan bir başarı hikâyesine dönüşür. Necla Akkuş’un hayatı, yalnızca çetin bir çocuklukla değil, bir kadının azimle ördüğü yaşam örgüsüyle de doludur. Ailesinin ayrılığı sonrası dedesinin yanında büyüyen, henüz 17 yaşında gelin olup İstanbul’a taşınan Akkuş, bir yandan evlatlarını büyütürken bir yandan da hayatın yükünü omuzlarında taşımış bir kadın. Pazarcılıktan konfeksiyona, boncuk işlemekten bulaşıkçılığa kadar çalışmadığı iş neredeyse kalmamış.

Hamurun fısıldadığı şans

Pandemi günlerinin kasvetinde Beylerbeyi’nin sakin sokaklarında yürürken bir dükkânın önünde duran Akkuş’a, içeriden gelen hamur yoğurma sesleri tanıdık bir ezgi gibi gelmişti. Kapıyı tıklattığında aldığı “Gel, başla” cevabı, aslında onun hayata yeniden sarılmasının da başlangıcı oldu. Pandemi nedeniyle dükkânın sahibi çekip gidince Necla Akkuş, “Madem bu iş yarım kaldı, o zaman devam ettirmek benim görevim.” diyerek tamamen boşalan dükkânı sıfırdan kuruyor. Hamur yapma makinesi, vakum makinesi ve taş fırını sıfırdan, geriye kalan ekipmanları da ikinci el olarak tedarik ediyor. Pizza tabanı yapmayı bir sanat hâline getiren Akkuş, oğlunun İtalya’dan getirdiği bilgilerle reçetelerini geliştiriyor. Beylerbeyi’nde artık sadece klasik pizza tabanları değil; havuç, ıspanak ve pancarla zenginleştirilmiş renkli, sebzeli, çavdarlı, ekşi mayalı sağlıklı hamurlar da çıkıyordu. Necla Akkuş, emeğinin sonucunda günde 400 siparişe ulaşan üretimi tek başına karşılamakta zorlanırken bile hayalini büyütmekten hiç vazgeçmedi.

Beylerbeyi’nden dünya mutfağına

Bugün Beylerbeyi Pizza, bir kadının yılmaz azmiyle yeniden doğan bir dükkânın adı değil, aynı zamanda küçük bir semtten tüm ülkeye yayılan bir lezzet hareketi. Necla Akkuş’un hedefi, bu başarıyı daha da büyüterek kendi pizza restoranını açmak. Akkuş’un asıl hayali ise bu işletmenin bir ilham kaynağı olması; “Eğer ben başardıysam herkes başarabilir.” diyebilen tüm kadınlara cesaret aşılaması. Çünkü Beylerbeyi Pizza’da her hamur, Necla Akkuş’un ruhunu taşıyor; emekle yoğrulmuş, umutla mayalanmış, sevgiyle pişirilmiş bir hikâye…