Nevruz, Asya halklarının en eski geleneklerinden biri. Türkler için de son derece önemli bir âdet. Çin’den Romanya’ya kadar uzanan coğrafya boyunca Türk toplulukları, 21 Mart’ta baharı karşılama bayramı olarak Nevruz’u kutluyor.

Nevruz, o kadar önemli bir gün ki yaklaşması da çeşitli inanışlarla, törenlerle simgeleniyor. Türklerde Nevruz’dan önce cemreler geliyor. İlk cemre 19 Şubat’ta havaya, daha sonra diğer cemreler birer hafta arayla suya ve toprağa düşüyor. Eski Türk kültüründe cemrenin “imre” adlı bir cin tarafından yapıldığına inanılıyor. İlkbaharda görünüp ışık saçarak önce göğe yükseliyor, sonra buza düşüp onu eritiyor, sonra da toprağa karışıyor.

Azerbaycan’da fazladan “çarşambalar” denilen bir âdet daha var. Nevruz’dan önceki dört çarşamba gününe özel önem veriliyor. Bunlar; Su Çarşambası, Ateş Çarşambası, Rüzgar Çarşambası ve Toprak Çarşambası isimleri ile biliniyor. Özellikle Ateş (Od) Çarşambası, meydanlarda ateşlerin yakıldığı bir tür erken Nevruz gibi kutlanıyor.

4 Mart’ı 5 Mart’a bağlayan gece, tüm Azerbaycan’da Od Çarşambası şenlikleri vardı. İftardan sonra insanlar, meydanlarda yaktıkları küçük ateşlerin çevresinde halay çektiler, türkü söylediler. Fenerler yakıldı, gökyüzüne balonlar uçuruldu.

Ancak bu yılki kutlamaların bir özelliği daha vardı. Uzun zaman Ermeni işgali altında kalan Karabağ topraklarında 33 yıl aradan sonra ilk kez Od Çarşambası kutlandı. Soykırım mağduru Hocalı’nın köylerinde, Ağdam’da, Hankendi’de Od Çarşambası ateşi yakıldı.

Aklınıza gelen soruyu biliyorum. İşgal biteli yıllar oldu; neden bunca zaman bu kutlamalar yapılmadı, neden basit bir âdetin yerine getirilmesi için dört yıldan uzun bir süre beklenildi?

Bu sorunun çok acı bir yanıtı var; söz konusu kutlamaların yapılabilmesi için dört yıl geçmesi gerekiyordu çünkü o köylerde insan yoktu.

Azerbaycan halkının Karabağ için verdiği 44 günlük Vatan Savaşı zafere ulaştıktan birkaç ay sonra Karabağ’a gitme imkânım olmuştu. Gördüğüm manzara korkunçtu. Tüm köyler, kasabalar, hatta Ağdam gibi devasa kentler ıssız mezarlıklara dönüşmüştü. Yıkık binaların arasında yaşayan hayvan bile yoktu. Her yer harabe hâlindeydi; bahçeler kurumuş, çeşmeler, yollar, her şey yıkılmıştı. Üstelik Ermeni çeteler, sadece araziyi değil, tüm evleri ve sokakları da mayınlarla kaplamışlardı.

İşte bu dört yıl boyunca Azerbaycan hükûmeti tüm o köyleri, kentleri yeniden inşa etti. Önce mayınlar temizlendi, sonra havaalanı ve yollar yapıldı… Sonra yavaş yavaş evler, okullar, hastaneler…

Birinci Karabağ savaşından sonra kaçkın durumuna düşen yaklaşık 1 milyon Azerbaycanlı yavaş yavaş memleketlerine, doğdukları topraklara dönmeye başladı. Az sayıda sivil nüfus ancak şimdi toparlanabildiği için ilk kez bu yıl, 33 yıl aradan sonra bayramlar da kutlanmaya başlandı.

            Şimdi Karabağ’da sokaklar şen çocuk seslerine, camiler cemaatlerine, pazar yerleri eski güzel günlerine kavuşuyor. İşgal ve soykırım bir ulusun başına gelebilecek en kötü şey ama Karabağ, bize yaraların bir gün sarılabildiğini gösteriyor. Azerbaycan’ın başardığı iş, dünyanın her yerinde ezilen halklara umut veriyor; hepimizin içini yaşama sevinci ile dolduruyor.