Bilmeden gelinen istemeden gidilen bir boşluktu zaman. Kelepçelere vurulmuş ellerin parmaklarındaydı özgürlük. Çaldığı kapıdan kendisini soruyordu bu sefer. Mahpus olmaya değil özgür kalmaya gelmişi. ‘’Beni benden alan var’’ diyenlerin sözündeydi ahı endişesi. Kendisini ona verecek olan kişinin kapısına geldi yine. Kalmaya değil almaya gelmişti.

Düştüğünde anlamıştı; koşmak güzelmiş… ‘’Seni unuttuğum gün’’ diye başlayan cümlelerin sahibi değildi hiç bir zaman. Oysa en çok da böylesi bir söze cüret eden çekerdi cefasını. İmtihan o ya; en çok da o günü yaşatırdı kader. ‘’Seni unuttuğum gün; dündü’’ dedirtene kadar bırakmaz peşini; en çok unutamayacağın neyse onu unutturdu hayat. Çok istemek kaybetmekti hep.

Bayram arefesi mezara götürtür hayat. En mutlu olacağın bir gün doğumunda, çektiğin o sancı; arefesinde ziyaret ettiğin mezarlık olur. Hiçbir mutluluk hüzün doğmadan peyda olmaz. Veyahut ölü doğumdur netice. Gerisinde veya berisinde kaybettiklerin; kazanacaklarına teminattır. Kaybetmeden kazanmak, düşmeden koşmak yoktur hiçbir zaman. Aşındırır düşe kalka koştuğun hayat. Tükene tükene bitersin. Dört ayak üstüne düştüğün günde de hiç yoksa ayakların kırılır. Velhasıl cefasız sefa olmaz, olmadı hiçbir zaman.

Yokluğun bile yokluğunu çekmeden, varlığa ermek yoktu imtihan dünyasında. Gözlerden okunan mutluğu tarif ederken arif; öncesinde çektiği acıya murâd ederdi sözü. Bedelsiz biç bir başarı yoktu. Kaybede kaybede kazanırdı insan. Bir geri, iki ileriyle telafiydi her zaman.

Bir çocuğun gülüşünde mutluluk… İmtihana tabi olmayanda bulursun ancak hazzı. Bilirsen acı çekersin. Bilmek acı çekmektir. Erersen cefan hazırdır. Büyümek küçültmeye götürür seni. Dünya mutluluk yeri değil anlayan için. Burası imtihan yeri… Ve sualler hem çok kolay hem çok zor. Arifler bilirler. Bin bilsen de bir bilene sor; anlarsın manayı.