Koronavirüs işyerlerine ayakkabısız girme dönemi başlattı.

Önceleri üç beş yerde gördüğümüz ve yadırgadığımız bu hal şimdi herkes için gayet normal ve gayet makul…

Pandeminin yeni ilan edildiği günlerde yabancı televizyon kanallarında Koronavirüsten korunmak için ‘Türkler gibi temizlik yapın’ deniliyor, ekranlarda eller nasıl, ağız, burun nasıl yıkanacak uygulamalı olarak gösteriliyordu.

Bizim televizyonlarda batıdan moda olarak gelmediği takdirde katiyen itibar edilmez bu tarz şeylere…

O vakte kadar laikçi seküler kafalılarımızın görevi, Koronavirüsten korunabilmek için bir ‘hijen’, temizlik usulü olarak abdestin de imkândâhilinde olduğunu akla getirmemizi engelleyebilmek ve gözden düşürülebilmektir. Sonra sonra, ‘a la Franca’ ile ‘a la Turca’ temizlik usulleri mukayese edilmek ve en ‘hijyen’ temizlik ödülünün alaturkaya verilmek üzere olduğunu müşahede etmiştik.

Ardından tam da Dünya Sağlık Örgütü tarafından dünya genelinde evlere ayakkabısız girme mecburiyeti getirilecek diye düşünmeye başlamıştık ki, ‘Hooop güncelleme…!’ Ne oldu?, nasıl oldu?, kim yaptı?, nereden düğmeye basıldı bilemedik Türk tipi temizlik vurgusu bir anda bıçak gibi kesildi.

Alaturkaya övgüler, methiyeler gitti. Bütün bu ‘hijyen’ tavsiyelerinin yeriniellerin bol sabunla sık sık yıkanması, kolonya ve maske alıverdi. DSÖ’nün ‘virüs bulaşmamış olanların maske takmasına gerek yok’açıklamaları ani bir şekilde ‘maskesiz sokağa çıkmayın’ talimatına dönüştürülüverdi.

Fıtratın dininin, insana en uygun, dünyaya en sağlıklı yaşayabilme tavsiyeleri bir anda unutuldu, unutturuldu, gözden düştü, düşürüldü. Peki, bu güncelleme olmamış olsaydı ne olacaktı? Yani bu gözden düşürme eylemini hayata geçirenler neden korkmuş veyahut tedirgin olmuş olabilirlerdi ki?

İş modernizmin karşısına yekpare bir hayat tarzı olarak İslâm’ın konulmasıyla devam eder, İslâm’ın muhteşem günleri bir daüssıla olarak şuurlarda yeniden hayat bulur diye mi tedirgin oldular? İş İslâmi değerlerin aslında birer İslami hükümler olduğu ve bu hükümler hayata geçirilince bir değerler manzumesinin oluştuğu gerçeği doğru istikamet alır diye mi korktular?

Faizin haram olduğu mesela, Zekâtın farz olduğu… İnfakın sosyal ve iktisadi dengenin korunabilmesi için tavsiye edildiği… Bir ekonomik sistem olarak İslâmi ölçüler yeniden gün yüzüne çıkabilir diye mi?

Daha da ileri gidilerek İslam’ın çağlar üstü bir mucizeyle korunmasını şart kıldığı insan emniyeti ve güvenliğinin temelini oluşturan makâsıdü’ş-şerîanın, dünyanın bütün sapkınlıklarını, kokuşmuşluklarını, çürümüşlüklerini yani Batı tipi hayat tarzını bir çırpıda ortadan kaldıracağından mı endişe ettiler?

Çünkü İslâm yeryüzündeki bütün insanlar için her hangi bir sınıf ayrımına tabi tutmadan devamı ve dirliği için vazgeçilmez temel hak ve değerler teklif etmektedir.

Bunlar maksıd-ı hamse olarak; hayat (can), nesil (nesep, ırz), akıl, mal ve dinin korunmasıdır. İslâm hukukunun genel ve temel gayesi, insan fıtratının muhafazası ve bozulan yanlarının düzeltilmesidir. Ve mademki İslâmiyet insana en insani, en vicdani yani en fıtri olanı teklif ediyor, yıkılsın Kapitalist liberalist nizam…

Bundan çekinmiş olabilirler mi?