Netanyahu liderliğindeki aşırı sağ destekli mevcut İsrail hükûmetinin ocak ayında Meclise sunduğu sözde yargının siyaset üzerindeki vesayetini kaldırmaya yönelik şaibeli yargı reformu tasarısı, yoğun tepkiler ve kitlesel protestolar nedeniyle yaz döneminde yeniden görüşülmek üzere mart ayı sonunda geri çekilmişti.

Hükûmetin tasarıyı geri çekmesinden sonra kamu çalışanlarının ve ordu yedek askerlerinin sivil itaatsizliğine dair eylemleri son bulmuş olsa da hem hükûmetin genel politikasına hem de yargı reformuna yönelik sokak protestoları devam etmişti. Hatta geçtiğimiz cumartesi itibarıyla gösteriler 29. haftasını tamamladı.

Aradan geçen süre zarfında hükûmet, sorunlu “Bütçe Kanunu”nu Meclisten geçirmeyi başarmış ve artık tekrar yargı reformunu gündemine alacağının sinyallerini vermişti. Ancak araya başta Cenin olmak üzere işgal altında bulunan Batı Şeria’daki muhtelif Filistin şehirlerine yönelik sözde terör operasyonları girmiş, kamuoyunun dikkati de doğal olarak güvenlik konularına çevrilmişti.

Ve sonunda beklendiği gibi oldu. Hükûmetteki aşırı sağ ve muhafazakâr unsurların da baskısıyla yargı reformu tasarısı bu sefer de “Makullük standardı yasa tasarısı” adı altında tekrar Meclise sunuldu.

İsrail’deki yasama usulüne göre bir kanun tasarısının yasalaşması için üç kere görüşülüp oylanması gerekmektedir. Buna istinaden söz konusu makullük tasarısının ilk oylaması 10 Temmuz tarihinde yapılmış ve tasarı 120 sandalyeli Mecliste 64 oyla kabul edilmiştir.

Tasarıyla birlikte; Yüksek Mahkemenin hükûmet ve Meclis kararları üzerindeki denetimine makullük şartı getirilmekte ve “Temel Kanun” olarak kabul edilen yasalar için Yüksek Mahkemenin denetimi ortadan kaldırılmaktadır. Böylelikle Mecliste çoğunluğu sağlayan herhangi bir hükûmet, istediği kanunu “Temel Kanun” olarak tanımlayabilecek ve bu sayede Yüksek Mahkeme denetiminden muaf tutabilecektir.

Böylelikle kuvvetler ayrımında bir kara delik açılmış olacak ve Yüksek Mahkemenin kontrol- denetim yetkisi dolaylı olarak elinden alınmış olacaktı.

Ancak kendilerini sivil kuvvetler veyahut demokrasi savunucuları olarak adlandıran protestocular bu duruma kayıtsız kalmamış ve hükûmetin yargı darbesini önlemek için o güne kadar protestoların merkezi durumunda olan Tel Aviv’den Kudüs’e doğru yürüyüşe geçmişlerdir.

Artık protestoların merkezi Kudüs olmuş ve göstericiler Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Meclis binasının önünde toplanıp gösteriler yaparak hükûmet üzerinde baskı kurmaya çalışmışlardır. İsrail polisi her ne kadar protestocuları önlemek için güç kullanmaya başlamış olsa da henüz bu konuda başarılı olmadığı görülmektedir. Zira protestocuların sayısı her geçen gün artmış ve toplumun tüm kesimlerinden bu gösterilere destek gelmeye başlamıştır.

Bu desteklerin kuşkusuz en dikkat çekici olanı ise, aralarında savaş pilotu ve özel kuvvetler mensuplarının da bulunduğu toplam 1142 yedek askerin, bahse konu yasal düzenlemenin kabul edilmesi hâlinde artık orduda görev yapmayacaklarını açıklamaları olmuştur.

Muhalefetin, sivil toplum örgütlerinin ve eski bürokratlar ile eski komuta kademesinin de bu tepkilere desteklerini açıklamalarıyla, göreve çağrılmaları hâlinde kabul etmeyeceklerini açıklayan yedek askerlerin sayısı 10 bin civarına çıkmıştır.

Hâl böyle olunca İsrail güvenlik bürokrasisinde yeniden alarm çanları çalmaya başlamış ve ordu komutanları tasarının geri çekilmesi için Savunma Bakanı Gallant’a başvurmuşlardır. Hatırlanacağı üzere hükûmetin protestolar ve yaygın grevler nedeniyle tasarıyı geri çekmek zorunda kaldığı mart ayında da Gallant, kendisine iletilen talepler üzerine ülke güvenliği için tasarının geri çekilmesi gerektiğini açıklamış ve akabinde Netanyahu tarafından görevden alınmıştı.

Gallant’ın bu sefer daha soğukkanlı davranacağı ve kamuoyuna yönelik açıklamalar yapmak yerine kendisine gelen talepleri Başbakan’a ileteceği tahmin edilmektedir. Ancak görünen o ki ortada gerçek bir ulusal güvenlik sorunu bulunmaktadır.

Zira her ne kadar İsrail son dönemde bazı Arap ülkeleriyle normalleşme sürecini başlatmış olsa da kuzeyindeki iki ülkeyle (Lübnan ve Suriye) savaş hâli devam etmektedir. İran ile uzun süredir devam eden gerginlik ve İran’ın Suriye’deki varlığı da düşünüldüğünde, İsrail’in en son isteyeceği şeyin ordusunun güçsüz ve yetersiz kalması olacaktır.

İsrail’in caydırıcılığının en önemli unsurunun, modern savaş uçakları ve sofistike hava savunma sistemleri sayesinde sahip olduğu hava gücü olduğu göz önünde bulundurulduğunda, yedek savaş pilotlarının ve diğer havacı yedek askerlerin görevden imtina etmeleri hâlinde mevcut hava gücünün sürdürülmesi bakımından bir zafiyet yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Buna bir de diğer kuvvetlerdeki askerleri ve ülke güvenliğinden sorumlu diğer birimlerdeki personeli de eklersek, İsrail’in öve öve bitiremediği güvenlik aygıtında büyük bir yara oluşması işten bile değildir.

Dolayısıyla İsrail ordusundaki bu bölünmenin önlenmesi için Netanyahu hükûmetinin, tartışmalı yargı reformu paketini tekrar gündeme getirilmemek üzere geri çekmesi elzem gözükmektedir.

Bakalım Netanyahu ve ortakları, kişisel ikballeri ve ülkenin geleceğine yönelik tasavvurlarındaki ırkçı ve anti-demokratik modeli hayata geçirebilmek için yargı reformunda ısrar mı edecekler yoksa ülkenin güvenliğini önceleyerek geri adım mı atacaklar?

Bekleyip göreceğiz.