New York Times gazetesinin Beyaz Saray’a yakınlığıyla bilinen ünlü yazarı Thomas L. Friedman, 27 Temmuz tarihinde köşesinde “Biden büyük bir Orta Doğu anlaşması için ölçüp tartıyor” başlıklı bir yazı paylaştı.

Friedman yazısında, Biden ile bir hafta önce İsrail’deki yargı reformu tartışmaları nedeniyle yaptığı mülakatta kendisine; “ ABD ile Suudi Arabistan arasında, Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşmesini de içeren karşılıklı bir güvenlik anlaşması imzalamak için yoğun uğraş verildiğini söylediğini” aktarıyor.

Üstelik bu niyetin sadece söylem düzeyinde kalmadığı, sahada da yoğun bir çalışma yapıldığı anlaşılıyor. Zira Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Beyaz Saray’ın Orta Doğu ve Kuzey Afrika’dan sorumlu koordinatörü Brett McGurk bu konuyu çözmek için Başkan tarafından görevlendirilmişler. Hatta Sullivan ile McGurk geçtiğimiz hafta içerisinde Riyad’a giderek Suudi Arabistan’ın muhtemel bir anlaşma kapsamındaki taleplerini öğrenmeye çalışmışlar.

Bu satırları okuyunca aklıma haziran ayında ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın benzer bir sebeple Suudi Arabistan’a geldiği ancak buradan eli boş döndüğü şeklindeki haberler geldi. Hatta o tarihte bu konuda “Blinken’ın Suudi Arabistan ziyareti: Hayaller ve gerçekler” başlıklı bir yazı kaleme alarak, mevcut şartlarda Suudi Arabistan’ın daha avantajlı olduğunu ve ABD’den talep ettiği her şeyi almadan hiçbir şey vermeyeceğini ileri sürmüştüm.

Aslına bakarsanız bugün de aynı düşüncedeyim. Yani ABD ile Suudi Arabistan arasında bir anlaşma olacaksa bu ancak Suudi Arabistan’ın istediği koşullarda mümkün olacaktır. Keza bölgedeki konjonktür ve küresel gelişmeler Suudi Arabistan’ın elini kuvvetlendirmiş, ABD’yi ise dönüp dolaşıp Suudi Arabistan’ın kapısını çalmak durumunda bırakmıştır. 

Oysa Biden yönetimi göreve geldikleri andan itibaren Orta Doğu’daki ABD askerî varlığını azaltıp, dikkatlerini kendileri için daha önemli olduğunu düşündükleri Asya-Pasifik bölgesine yöneltmişti. Ancak onların hesap edemedikleri bir şey vardı. O da Orta Doğu’da ortaya çıkan boşluğun bölge üzerine hesabı olan bazı aktörler tarafından doldurulmaya çalışılmasıydı. Tabii ki bu konuda en öne çıkan ve de attığı olumlu adımlarla avantajlı duruma geçen ülke de Çin olmuştu.

Bu durumu geç olmadan fark eden Biden ise Temmuz 2022’de Suudi Arabistan ve İsrail’i kapsayan Orta Doğu turuna çıkmış ve ABD’nin Orta Doğu’dan tamamen çekilmediğini, bölgedeki müttefiklerini desteklemeye devam edeceklerini açıklasa da sözleri muhataplarınca inandırıcı bulunmamıştır.

Kaldı ki o dönemde Suudi Arabistan’dan talep edilen pek çok şeye rağmen sunulan tek şeyin bölgede artan İran tehdidine karşı verilen güvenlik garantisi olması yeterli bulunmamıştır. Buna bir de ABD’nin bir taraftan İran konusunda Suudi Arabistan’a tutmayacağı garantiler verirken diğer taraftan İran ile gizli nükleer anlaşma müzakereleri yürüttüğünün ortaya çıkması eklenince, ABD’nin bölgedeki güvenirliği iyice zedelenmiştir. 

Mart 2023’te Çin’in ara buluculuğunda Suudi Arabistan ve İran’ın yedi yıllık bir aradan sonra tekrar normalleşmesiyle, ABD’nin Suudi Arabistan’a önerebileceği fazla bir şey de kalmamıştır. Ancak yine Friedman’ın yazısından anlaşıldığı kadarıyla, ABD yönetimi de durumun farkında olup bu sefer Suudi Arabistan’ı ikna etmek için vaat kesesinin ağzını açma eğilimdedir.

Bu kapsamda, Suudi Arabistan’dan; petrol üretimini artırarak petrol fiyatlarının düşürülmesini sağlaması, petrol fiyatlandırması konusunda Rusya ile iş birliği yapmaması, Çin ile iş birliklerini azaltarak Çin’in son dönemde bölgede artan etkisini engellemesi, Yemen’e yönelik müdahaleye son verilmesi ve İsrail ile normalleşmesi talep edilmektedir. 

Karşılığında ise; Suudi Arabistan’ın bir saldırıya uğraması hâlinde ABD’nin onu savunacağı NATO seviyesine benzer bir karşılıklı güvenlik anlaşması imzalanacak, Suudi Arabistan’ın ihtiyaç duyduğu sofistike hava savunma sistemleri ile diğer gelişmiş silah sistemlerinin satışına onay verilecek, Suudi Arabistan’ın barışçıl nükleer çalışmaları desteklenecektir.

Suudi tarafının, ABD’nin verdiği garantiler karşılığında talep ettiği hususlara bir itirazının olmadığı ancak İsrail ile normalleşme konusunda bazı tereddütleri olduğu da bilinmektedir. 

İsrail ile normalleşmeyi, BAE ve Bahreyn ile yapıldığı gibi oldubittiye getirmek istemeyen Suudi Arabistan, İsrail’in de normalleşme karşısında Filistin-İsrail sorunun çözümünde önemli bir adım atmasını şart koşmaktadır. Kuşkusuz bu adım, iki devletli çözüm planının hayata geçirilmesi olacaktır.

Hatırlanacağı üzere BAE de 2020’de İbrahim Anlaşması’nı imzalarken İsrail’in normalleşme karşılığında Batı Şeria’yı ilhak etmeme sözü verdiğini açıklamış ancak bu garanti İsrailli yetkililer tarafından inkâr edilmişti. Bundan ders çıkardığı görülen Suudi Arabistan’ın işi garantiye almak istediği anlaşılıyor.

Suudi Arabistan normalleşme karşılığında, İsrail’den; Batı Şeria’nın asla ilhak edilmeyeceği, Batı Şeria’da yeni yerleşim açılmayacağı ve mevcutların da genişletilip yasallaştırılmayacağına dair resmî garanti ile İsrail kontrolü altında bulunan Batı Şeria’nın C bölgesindeki Filistinlilerin Filistin yönetimi altında bulunan A veya B bölgelerine transfer edilmesini talep etmekte ve son olarak söz konusu anlaşmanın Filistinliler tarafından da kabul edilmesini şart koşmaktadır.

Görüldüğü kadarıyla, ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ikili taahhütler açısından bir sorun gözükmemekte ancak Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme karşılığında İsrail ve Filistin taraflarının yapması veya kabul etmesi gereken hususlarda tam bir konsensüs sağlanamadığı görülmektedir. Zira Netanyahu hükûmetinin aşırı sağ bileşenlerinin; Filistin ile iki devletli çözüm anlaşmasını ve Batı Şeria’nın ilhakından vazgeçerek buradaki yerleşimleri sonlandırmalarını kabul etmelerini beklemek gerçekçi gözükmemektedir.

Benzer bir şekilde Filistin tarafının da Batı Şeria’nın yaklaşık %60’ına tekabül eden C bölgesinden tamamen vazgeçmesini beklemek rasyonel gözükmemektedir.

Bu şartlar altında Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşmeyi kabul etmesi de beklenemeyeceğinden; ya ABD-Suudi Arabistan anlaşmasında İsrail ile normalleşme yer almayacak ya da ABD, İsrail’de Suudi Arabistan’ın tüm koşullarını kabul edecek bir yönetimin iş başına gelmesini sağlayacaktır. Ancak bu şekilde ABD ve Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme koşuluyla bir anlaşma yapması mümkün olacaktır.

Bakalım Biden’ın yeni görev ekibi kendilerine verilen bu meşakkatli görevi başarabilecekler mi yoksa Blinken’ın haziran ayındaki teşebbüsü gibi sonuçsuz mu kalacak?